ERGİN ERSÖZ YAZDI : "NASILSIN?" SORUSUNUN TAŞIDIĞI YÜK


“NASILSIN?” SORUSUNUN TAŞIDIĞI YÜK
Bazı sorular vardır, cevabı yoktur. Veya cevap vardır da, sorulmaz. “Nasılsın?” cümlesi, işte tam da bu ikilemin ortasında asılı durur. İki hecelik bu kısa ifade, bir ömürlük duyguyu taşıyabilir. Gülümseyen yüzlerin ardında titreyen bir kelime gibi çıkar bazen ağızdan. Çoğu zaman öylesine sorulur; ama bazen de hiç sorulmadığında daha anlamlıdır.
“Nasılsın?” demek, görünürde nazik bir alışkanlıktır. Fakat bu soru, içeriğinde binlerce anlam saklar. En çok da cevapsızlığıyla büyür. İnsanlar çoğu zaman “iyiyim” der, çünkü gerçek cevabı anlatacak gücü yoktur. Her sabah işe giden, otobüse binen, karşı komşusuna selam veren milyonlarca insan, gün içinde defalarca bu soruya maruz kalır. Ve neredeyse her defasında yalan söyler. “İyiyim.” “Her şey yolunda.” “Şükür.” Bunlar, dünyanın en çok tekrarlanan sahte cümleleri olabilir.
Çünkü kimse kötü olduğunu söylemek istemez. Kötü olduğunu söylemek, ya dert anlatmak zorunda bırakır ya da insanların gözünü kaçırmasına neden olur. O yüzden, bu soru çoğu zaman karşılıklı bir oyunun parçası haline gelir. “Ben sorayım, sen de bildiğin gibi cevapla.” Bu kadar.
Oysa bazen bir “nasılsın” tüm iç dünyamıza dokunabilir. Ses tonuna göre, yüz ifadesine göre, hatta kimden geldiğine göre değişir bu soru. Bazen bir yabancının sorduğu “nasılsın?” daha içtendir. Bazen de en yakının bile sormadığı kadar eksilirsin. Bu cümle, kimi zaman bir hatırlanmadır. “Hayattasın, varsın, görülüyorsun.” Kimi zaman da bir geçiştir. Ne sen anlatmak istersin, ne karşı taraf gerçekten bilmek.
Çocukken bu soru daha kolaydır. Çünkü çocuklar gerçekten nasılsa öyle hisseder. Ama büyüdükçe, cevaplarla maskeler takılır. Büyümek demek, “nasılsın?” sorusuna “iyiyim” diyebilme becerisini geliştirmek demektir bir yandan. İçin kan ağlasa bile, ağızdan çıkan cümle sakin olur. Bu yüzden bazen bu soru, içtenlikle değil alışkanlıkla sorulur.
Alışkanlıklar, en tehlikeli duygudur. Çünkü fark ettirmeden içimizi boşaltır. Bir sabah kendinize bu soruyu sorup da cevabını alamadığınız oldu mu hiç? Aynaya bakıp “Gerçekten nasılsın?” diye mırıldandığınızda, içinizde yankılanan sessizlik size her şeyi anlatır. Çünkü bu soru, yalnızlığın da aynasıdır. İnsan, sadece başkalarına değil, kendine de cevap veremez bazen.
Cevaplardan korktuğumuz için sormamayı tercih ederiz. Cümle basit ama içeriği tarifsizdir. Kimi zaman hayatın tam ortasına bırakılmış bir sessizlik gibidir. Kimi zaman da bir sel gibi akıtır insanın içini. “Nasılsın?” sorusu, iyi değilsek bile iyi olma çabamızın kısa bir özetidir. Bu yüzden bu sorudan kaçamayız. Soru sorulmasa da, içimizde bir yer onu her gün tekrar eder. Ve çoğu zaman, cevabı kendimize bile itiraf edemeyiz.
Bütün bir gün boyunca defalarca bu soruya maruz kalırsınız. Çalışma arkadaşınız, kasiyer, mahalle bakkalı, hatta taksi şoförü bile bazen bir “nasılsın?” iliştirir konuşmasına. İlk başta sıradan gelir. Ama gün içinde beşinci, onuncu kez sorulduğunda, içinizde bir tuhaflık belirir. “Ben gerçekten nasılım?” sorusu yankılanır kulaklarınızda. Cevap ararsınız ama çoğu zaman o cevap, öğle arası kadar kısa ve yüzeysel olur. Çünkü kimsenin gerçekten cevaba ayıracak vakti yoktur. Hatta çoğu zaman insanlar cevabı bile beklemeden başka cümlelere geçer. Soru sorulmuş olur, görev tamamlanır. Ama sizde bıraktığı etki, gün boyu sürer.
Bir zamanlar mektuplar vardı. Postayla gelen, beklenen, özlenen kelimeler. O mektuplarda “Nasılsın?” cümlesi çok daha gerçekti. Çünkü cevabı gerçekten merak edilirdi. Kâğıda dökülmüş bir “nasılsın?”, dudaktan dökülenin kat kat üstündeydi. O yüzden, artık mektuplar yok ama yükü kalan cümleler var. Şimdi cep telefonlarının ekranında kısacık yazılan “n’asılsın”lar var. Harf eksik, ilgi eksik, anlam eksik ve soğuk. O cümlenin arkasında bir insan, bir dünya, bir hikâye var ama kimse bakmak istemiyor.
Telefonların açıldığı ilk kelime hâlâ bu. “Nasılsın?” Karşınızdaki, cevabı beklemiyor bile. Hemen sonra “Ben de iyiyim” diyerek kendi sırasını geçiriyor. Bu da gösteriyor ki bu soru artık bir geçiştir. Bir merdivendir konuşmanın başına koyulan. Ve çoğu zaman bu merdivenin nereye çıktığı bile belli değildir. Belki bir şikâyete, belki bir talebe, belki sadece alışkanlığa. İnsanlar bu merdiveni çıkarken bile düşebilir. Çünkü boş cümleler, çoğu zaman zemin kadar kaygandır.
Gerçek “nasılsın?” sorusu, dinlemeye hazır biri tarafından sorulmalıdır. Çünkü bu sorunun hakkını vermek, sessizlik gerektirir. Göz teması, sabır ve içtenlik gerektirir. Ama günümüzde bu değerlerin her biri hızın kurbanı olmuş durumda. İnsanlar, kısa konuşmaların, hızlı cevapların peşinde. Uzun uzun anlatmak, dertleşmek, ağlamak, gülmek... Bunlar artık eski alışkanlıklar. İnsanlar kendini anlatmaktan yorulmuş durumda. Çünkü anlatmak karşılık bulmayınca daha da yalnızlaştırır.
Bazen bu soru, insanları bir araya getirir. Uzun süredir görüşmeyen iki arkadaşın arasında köprü olur. Ama çoğu zaman, sadece boşlukları doldurmak için kullanılır. Kelime kalabalığında kaybolmuş bir nezaket parçası gibi. Oysa kelimeler, yerli yerinde kullanıldığında anlam kazanır. Bir sözcük bile doğru yerde kullanıldığında, bir insanın duvarlarını yıkabilir. Ama yanlış yerde tekrarlandığında hiçbir şey söylemez hâle gelir.
Bazı insanlar bu soruyu hiç sormaz. Çünkü cevabı duymaktan korkarlar. Çünkü empati yorucudur. Çünkü bu soru bir kapıdır ve o kapının ardındakilerle başa çıkmak istemezler. Ama bazı insanlar da bu soruyu fazla sorar. O kadar çok sorarlar ki anlamı tükenir. Her şeyde olduğu gibi, fazlası da eksiye döner. “Nasılsın?”ın azı da, çoğu da yakar insanı. İnsan, samimiyetle gelen bir soruya açılır, ama otomatikleşmiş bir kalıptan kaçar.
Düşünsenize, bir psikiyatr bile ilk seansa “Nasılsın?”la başlar. Çünkü bu soru, çözülmenin anahtarıdır. Doğru sorulursa ve doğru cevaplanırsa, bir insanın hayatı değişebilir. Oysa çoğumuz bu soruyu duyar duymaz savunmaya geçeriz. Çünkü kimseye borçlu olmadığımız duygularımızı, bir anda teslim etmek istemeyiz. “İyiyim” demek, bir kalkan gibidir. Kalbimizi koruyan, sessizliğe alan açan bir yalandır belki.
Bu yüzden bazen susarız. “İyiyim” diyerek geçiştiririz. Ama içimizde başka bir ses, başka bir dünya vardır. İşte o dünya, bu sorunun gerçek yüküdür. Ne ağızdan çıkan kelimeyle ifade edilir, ne gözde birikmiş yaşla anlatılabilir. Sadece hissedilir. Ve hissedilen şeyin adı çoğu zaman konamaz. Çünkü hisler, her zaman tanımlanabilir değildir. Bir burukluk, bir boşluk, bir eksiklik gibi görünür ama daha fazlası vardır.
Bazı sabahlar yataktan kalkar kalkmaz kendinize bu soruyu sorduğunuz olur: “Bugün nasılım?” Aynada yüzünüze bakarken cevap ararsınız. Ama yorgun bir göz, çatık bir kaş, solgun bir ten her şeyi anlatır. Sözlere gerek kalmaz. Ve siz yine de dışarı çıkarken birilerine “iyiyim” dersiniz. Çünkü dışarısı içeriye benzemiyor. Dışarısı maskeler yeri. O yüzden, bu soru çoğu zaman evde kalır, sorulmaz.
Geçmişte büyük savaşlar geçirmiş, büyük kayıplar vermiş insanlar bile bu soruya çok kısa cevaplar vermiştir. Çünkü yaşanmışlık arttıkça, kelime azalır. Osmanlı subaylarının cepheden yazdığı mektuplarda bile “iyiyim, merak etmeyin” cümlesi vardır. Oysa arkada savaş, yoksulluk ve ölüm vardır. Yani bu soruya verilen cevap, her zaman gerçekliği yansıtmaz. Belki de insanın kendini en iyi gizlediği yerdir bu cümle.
Tarih boyunca filozoflar da bu sorunun etrafında dolaşmıştır. Descartes, insanın varlığını düşünceyle kanıtlarken, belki de bir “nasılsın?”a cevap arıyordu. Nietzsche, insanın acısına rağmen hayatta kalabilmesini bir güç ölçütü olarak görüyordu. Belki de “nasılsın?” sorusu, bu gücün tartıldığı bir terazidir. Sorunun kendisi bile bir mücadeledir. Bir varoluş biçimidir.
Ve bizler, bu soruya cevap verdikçe kendimizi yeniden inşa ederiz. Her “iyiyim” bir tuğla olur kimliğimizde. Her “kötüyüm” bir çatlak açar. Ama bazen, o çatlaklardan ışık sızar. İşte o ışık, bizi kendimize yaklaştırır. O yüzden bu soruyu küçümsememek gerekir. Çünkü her küçük şey gibi, içinde büyük anlamlar taşır.
Gün gelir, biri size bu soruyu öyle bir ses tonuyla sorar ki, kalbiniz titrer. Cevap veremezsiniz, boğazınız düğümlenir. O an anlarsınız, bu soru bir cümleden fazlasıdır. Bu soru, bir bakış, bir kucaklama, bir çağrıdır. Ve çağrıya cevap vermek her zaman kolay değildir. Ama cevap vermediğinizde de eksik kalırsınız. İşte bu yüzden, bu soru hep var olacak.
Bir gün biri size gerçekten “Nasılsın?” derse, durup düşünün. Çünkü bu, size ayrılmış bir vakittir. O kişinin size açtığı bir kapıdır. Bu soruya cevap vermek cesaret ister. Dürüstlük ister. Kendi iç dünyanla yüzleşme ister. O yüzden cevap vermek istemediğinizde bile, bunun nedenini sorgulamak gerekir. Her “iyiyim” bir yalandır demek kolaycılık olur. Ama her “iyiyim”, tam da gerçeği yansıtmıyor olabilir. Belki bazen kelimeler yetersizdir. Belki bazen de bu dünyada gerçekten kimsenin iyi olmasını beklememek gerekir. Çünkü hayat, insanın dengesini bozan bir çark gibi döner. Ama bu soru, hâlâ değerini koruyor. Çünkü hâlâ içtenlikle sorulduğunda, bir hayatın kurtarıcısı olabilir. Yeter ki sorulurken acele edilmesin. Yeter ki cevabını duymaya hazır olunsun. “Nasılsın?” sorusu, belki de bir insanın diğerine verdiği en büyük hediyedir. Zaman, dikkat ve içtenlik içerir. O yüzden bu soruyu sormaktan vazgeçmeyin. Ama daha da önemlisi, sormadan önce hazır olun. Çünkü bu soru, sadece cevabı değil, soranı da tanımlar. Ve bir gün, sessizliğin içinde bu cümle yankılandığında, kendinize dönüp samimiyetle cevap verebiliyorsanız, belki de o zaman gerçekten iyisinizdir.
İşte tam da bu yüzden, “Nasılsın?” dediğinizde karşınızdaki kişinin ruhuna dokunmuş olursunuz. Bu soru, basit bir selamlaşmadan fazlasıdır; anlam taşıyan bir köprüdür. Bazıları için ise bu soru, beklenmedik bir dokunuş, unutulmuş bir hatırlatma, hayatın telaşından bir mola demektir. Bu yüzden, her “Nasılsın?” sorusu, sessiz bir umut taşır içinde. Belki de, kelimelerin en kıymetlisi budur; yürekleri birbirine bağlayan. Kendi kendinize düşünün, kaç kere sordunuz “Nasılsın?” diye, gerçekten dinlediniz mi cevabı? Ya da kaç kere sordunuz ve karşınızdakinin gözlerinde cevabı görmediniz? Çünkü bazen kelimeler, duyulması gereken gerçekleri saklar. Sessizlikler, bazen en içten sözlerdir. “Nasılsın?” dediğinizde karşınızdakinin kelimelerle anlatamadığı duyguları hissetmek cesaret ister. Çünkü bazen “iyiyim” demek, zırh takmak gibidir; kendini koruma içgüdüsüdür. Oysa gerçek samimiyet, kelimelerin ötesinde hissedilir.
Birileri gerçekten “Nasılsın?” dediğinde, bilin ki siz de o anın içinde bir parça hayat paylaşımı vardır. Sorunun içinde bir merak, bir ilgi, bir bağ kurma çabası saklıdır. Bu çaba, insan olmanın en saf halidir. “Nasılsın?” sorusu, yalnızca hal hatır sormaktan çok daha fazlasını taşır; bir anlık duruşu, paylaşımı ve duyarlılığı içinde barındırır. Eğer bu soruyu sorduğunuzda karşınızdaki kişi gözlerini kaçırıyor, yanıt vermekten çekiniyorsa, bir yerlerde kırılganlıklar var demektir. Ve bu kırılganlıklara saygı duymak gerekir. Çünkü insan, bazen sadece dinlenmeye ihtiyaç duyar. Yargılanmadan, acele etmeden, sadece varlığına izin verilerek.
İnsanların “Nasılsın?” sorusuna verdikleri cevaplar, çoğu zaman iç dünyalarının kapılarını aralar. Ancak bu kapıyı açmak, her zaman kolay değildir. Çünkü bazen içimizde, kelimelerle anlatılamayan fırtınalar kopar. İşte tam da bu yüzden, karşınızdakine “Nasılsın?” dediğinizde, sabırla bekleyin. Kimi zaman cevap, sadece suskunluk olacaktır. Ve o suskunluk bile bir yanıt, bir duygudur. Duyguları kelimelere dökmek zordur; bu yüzden bazen susmak, kendini ifade etmenin en derin yoludur. “Nasılsın?” sorusunun anlamı, sadece karşılıklı konuşmada değil, bazen derin bir sessizlikte de saklıdır.
Ve unutmayın, “Nasılsın?” sorusunu sormak cesaret ister. Çünkü cevap ne olursa olsun, bu cevaba hazır olmak gerekir. İyi ya da kötü, gerçek ya da maske, hepsi karşılanmalıdır. Çünkü insan olmak, en çok da bu çeşitliliği içinde taşımaktır. “Nasılsın?” demek, karşınızdakine “Buradayım, seni önemsiyorum” demektir. Ve bu önemi göstermek, çoğu zaman bir cümleden daha fazlasıdır. Bazen bir bakış, bir dokunuş, bir anlık dikkat, tüm kelimelerden daha güçlüdür.
Sonuç olarak, “Nasılsın?” sorusunu hafife almayın. O, hayatın içinde küçük ama büyük bir yer tutar. Her sorduğunuzda, sadece karşınızdakinin halini öğrenmekle kalmaz, aynı zamanda insan olmanın temel değerlerinden biri olan empatiyi de yaşatırsınız. Bu sorunun içinde barınan anlam, kelimelerin ötesindedir. Bu yüzden, bir dahaki sefere “Nasılsın?” dediğinizde, gerçekten dinlemeye ve anlamaya hazır olun. Çünkü bazen hayat, küçük bir soru ile bile değişir. Ve o soru, bazen bir hayatı kurtarabilir. Yaşanan bir hayatın nasıl yaşandığının merak edilmesi o hayatın en değerli anı olabilir.
ERGİN ERSÖZ