ERGİN ERSÖZ YAZDI : GÜNEŞ’TEN YAPILMIŞ CÜMLELER ‘’YAZ GELİYOR’’


GÜNEŞ’TEN YAPILMIŞ CÜMLELER ‘’YAZ GELİYOR’’
İnsan takvime bakmadan da anlayabilir yazın geldiğini. Bir sabah pencereye vuran ışığın tınısı değişebilir. Gökyüzü daha önce hiç görmediğimiz bir maviyle parlar. Güneş doğrudan gözbebeklerimize değil de çocukluğumuza dokunur gibi doğar. Sanki zaman okul defterlerimizin kenarına çizdiğimiz sarı güneşlerin içinden geçip yeniden başlamıştır…
Bir yaz sabahına uyanmak bir masalın ilk cümlesini duymak demektir. Perdelerin arasından sızan ışık annenin mutfakta çıkardığı tabak sesine karışır. Tost kokusu dışarıdan gelen serçelerin sesine tutunur her şey yerli yerindedir ama tek bir şey fazladır; Gülümseme. İnsan kendini sebepsizce gülümserken bulur. Çünkü yaz sebeplerin değil hislerin mevsimidir…
Çocukken yaz, karpuz demekti. Kırmızı çekirdekli ve soğuk. Şimdi ise yaz başka şeyler anlatıyor. Artık bir tatil broşüründeki sahil değil yalnızca. Yaz, geçmişin içine gizlenmiş bir kokunun, bir şarkının, eski bir ajandanın sayfasına düşmüş bir notun geri gelişi. Geçmişte kalmış bir günü bugüne taşıyan renkli bir zamandır yaz…
Ben ilk defa yazın geldiğini annemin balkon demirine astığı çamaşırların arasında öğrendim. O çamaşırların arasında dolaşan rüzgâr bir çocuk için özgürlükten başka nedir? En çok beyaz çamaşırlar koklardı güneşi. Güneş beyazla iyi anlaşır çünkü. En önemlisi de güneşin en çok okula gitmediğimiz günleri sevdiğini orada anladım…
Yazın gelişi takvimle değil hatırlarla duyurulur. Mahalle bakkalının dondurma dolabını çıkarmasıyla, okul servislerinin birden ortadan kalkmasıyla, radyodan gelen yazlık şarkılarla başlar. Bir de gölgeler değişir. Parktaki ağaçların gölgesi artık bir sığınak gibi değil bir oyun alanı gibi yayılır yere…
Yaz aynı zamanda bir bekleyiştir. İlk yaz bisikleti gibi; pedallarına ilk bastığında ne denge vardır ne de hız. Ama rüzgârı hissedersin. Yaz da böyledir işte beklentilerle dolup taşarsın. Belki bu yaz denize gidilecek, belki o eski arkadaşla hatta eski aşkla yeniden karşılaşılacak belki de hiçbiri olmayacak. Fakat tek bir şey hissedilecek; özgürlük …
Değerli Üstat Sunay Akın bir röportajında ‘’Bir kelebeği eline almaya çalışırsan onu öldürebilirsin ama bir şiir okursan belki o kelebek senin omzuna konar’’ demişti. Yaz da böyle bir şeydir. Zorla yaşanmaz. Planlara sığmaz. En güzel yaz anları spontane doğar Bir piknik sepetinin içinde değil yere düşen bir çam iğnesinin kokusunda gizlidir.
Yaz sadece bir mevsim değil aynı zamanda duygu biçimidir. Sanki insan daha kolay affeder yazın. Daha az küs kalır. Güneş öfkenin üstünde fazla kalamaz. Terlemiş yüzlere bakıp gülümsemek daha kolay olur. Ve evet yaz bir barış mevsimidir. İç barışın da başkalarıyla olan barışın da. Belki de bu yüzden insanlar yazın daha çok sevmek ister…
Her yaz gelişi biraz eskiye gidiştir, eskiyle buluşmaktır. Eski bir yazlığın bahçesinden yükselen yasemin kokusu ilk kez âşık olduğun günü anımsatır. Plajdan dönerken giyilen ıslak terlikler babanın dizine oturup meyve yediğin öğleden sonraları geri getirir. Yaz anılarla bugünü birbirine bağlar. Hafızlar güneşle aydınlanır…
Ama ne var ki bazı insanlar yaz sevmez. Ter, kalabalık, sinek derler. Bence aslında yazdan korktukları için sevmezler ve böyle söylerler. Çünkü yaz insanı çıplak bırakır; sadece bedeniyle değil duygularıyla da. Yüzünüze çarpan sıcak rüzgâr susturamadığımız düşünceler gibidir. Bu yüzden belki de yaz en çok yalnız kalmaya cesaret edebilenlerin mevsimidir…
Ben yazın gelişini kitapların arasında da duyarım. Her yıl, yazlık kitaplar çıkmaya başlar. Hafif romanlar, deniz kenarında okunacak şiirler. Ama ben bilirim ki yazı anlatan en iyi kitap hiç yazılmamıştır. Yaz kitapların arasına değil anıların arasına yazılır çünkü. Bu yüzden bazen bir kitabı değil de bir kartpostalı karıştırmak isterim. Çünkü yaz çoğu zaman birkaç kelimeyle anlatılır. ‘’deniz çok güzel keşke sen de burada olsaydın’’ …
Yazın gelişi aynı zamanda hayallerin canlanmasıdır. Kış boyunca ertelenen planlar, gerçekleşmek için yazın kapısında bekler. Yeni defterler alınmaz belki ama yeni başlangıçlar düşünülür. İnsan bir seyahate çıkmasa bile zihninde yolculuğa çıkar en azından. Yaz içimizdeki göçebeyi uyandırır. Köklerimizi değil kanatlarımızı düşünürüz…
Ve en sonunda görürüz ki, yazın gelişini müjdeleyen şey ne sıcaklık ne de tarihtir. Yaz insanın içinde başlar. Bir şeyi yeniden umut ettiğinde, uzun süredir unuttuğu bir şeye yeniden inandığında gelir. Güneş’e doğru yürümeye cesaret ettiğinde başlar…
Belki bu yüzden her yıl yaz geldiğinde birazcık daha büyümüş hissederiz kendimizi. Fakat içimizdeki çocuk durmadan hala aynı şeyi fısıldar ‘’YAZ GELDİ HADİ DIŞARI ÇIKALIM !’’ …
ERGİN ERSÖZ