ERGİN ERSÖZ YAZDI : "BEN BAYRAM’IN OĞLUYUM…’’

5/15/2025

BEN BAYRAM’IN OĞLUYUM…

Geceydi. Saat ikiyi geçmişti. Telefon da kapı zili gibidir hep aynı çalar ama bazen mutlu eder bazen ürkütür insanı. İşte beni de gecenin o saatinde çalan telefon bir hayli ürkütmüştü. Arayan kardeşimdi ve sesi titriyordu. Nasıl titremesin ki ‘’Abi babama bir şey oldu, nefes almıyor’’ diyebilmek, güzeller güzeli kardeşimin incecik omuzlarının taşıyabileceğinden daha fazlaydı…

O an zaman durdu. Gerçekliğin ağırlığı yüreğime çöktü. Koşarak yanına gittim ama o kısacık mesafe sanki bitmeyecek gibiydi ama bitti. Yanına gittim ellerimle kalp masajı yaptım, suni teneffüs verdim. Göğsüne bastırırken bedenini geri çağırmak ister gibiydim. Hatta o an sadece babamın bedenini değil, o olmazsa nasıl yaşayacağıma dair en ufak fikrimin olmadığı kendi hayatımı da kurtarmaya çalışıyordum…

Nihayet ambulans geldi. Onun yanındaydım. Elleri hala sıcaktı. Gözleri kapalıydı ama derin bir uykuda gibiydi. Hastaneye gittiğimizde doktorların telaşlarını gizledikleri o sessizlik her şeyi anlatıyordu. Sadece içlerinden birisi başını eğdi saat 03:27’de babam gitti. Hayatımda hiç yaşamadığım, hiç deneyimlemediğim duyguları bıraktı ve gitti …

Babam uykusunda gitti. Ne bir çırpınış ne bir veda. Sanki o çok sevdiği arabasını çalıştırıp ‘’Hadi gidelim’’ diyecek gibiydi ama demedi ve bundan sonra hiç demeyecekti. Sessizdi hayatı boyunca olduğu gibi. Kimseye yük olmadan, incitmeden, affa ihtiyaç duymadan, kendisi gibi nazik bir vedayla …

O gece içimde bir kapı kapandı. O kapının ardından hala bakıyorum. Gözleri güzel bakışları sert ama merhametliydi. Bir bakışıyla anlar, bir duruşuyla öğretirdi. Küçükken kahvede onunla çalışırdım. Taze çay çıkınca önce kendi içerdi sonra da ben. Çayımızı karıştırırken susardık. Bazı bağlar konuşarak değil sessizlikte kurulurmuş yeni yeni anlıyorum…

Zaman kahvede çalışırken ağır akardı. Bardaklar hep buğulu, ayaklarımız hep yorgundu. Geçmişte kalan o sabahlar şimdi içime usulca akıyor. Bazı vedalar yıllar öncesinden duyulur ama adı konmaz. Küçükken bisikletten düşmüştüm, o hiçbir zaman yanından ayırmadığı, annemin de ütüsünü eksik etmediği o mendili çıkarıp akan kanımı silmişti. Hemen arkasından da ‘’yok bir şey devam et’’ demişti merak ediyorum şu an yanımda olsa aynı şeyi yine söyler miydi? Hiçbir zaman seni seviyorum demedi ama sabaha kadar düşmeyen ateşle hasta yatağımda yatarken, yanı başımdaydı. Söylemedi ama fazlasıyla hissettirdi. Yani onun sevgisi varlığıyla belliydi…

Ev artık sessiz. Çayın fokurtusu, kapının gıcırtısı, ayak sesleri eksik. Sabahlar bile eksik doğuyor. Perdeler açılıyor ama içeri aydınlık girmiyor. Mahallede bile herkesin onunla iyi bir anısı varmış ama benim acım var, ama benimkisi bambaşka çünkü ben onun oğluydum…

Hiç uyumadan sabahı sabah ettim döndüm eve geldim. Ama farkına vardığım ilk şey sabah bir parçamı kaybettiğim oldu. Cenazede herkes konuştu, herkes onu konuştu ama en çok o sustu. Tabutunu taşırken kalbim taşa dönüştü. Gözlerimi kapadığımda ellerini hala hissediyorum. Onunla çok fotoğrafımız olmasa da bu satırlar sureti gibi. Kalbimde büyüttüğüm sessiz bir anıta dönüştü…

Zaman ilerliyor, ama içimde durmuş gibi. Telefonu elime alıyorum bazen onu aramak istiyorum. Ama arayacak bir babam yok artık. Adını telefonumdan silmeye asla gitmiyor elim ama kuru kalabilen gözlerle de bakamıyorum. Eşyalar bile başka dile geçmiş gibi. Kokusu artık sadece giysilerde değil hafızamda yaşıyor…

Tıraş köpüğü, tespihi, arabasının anahtarı. Her şey onu hatırlatıyor ama hiçbir şey ona dönüşemiyor. Belki ölüm bir kayıp değil bir dönüş biçimi. Babam öldü evet ama hayatımdan çekilmedi. Onunla yaşadığım anılar şimdi beni yaşatıyor.

Kalp masajı yaparken ‘’hadi baba’’ diyordum içimden. Dönmedi. Belki de dönmek istemedi. Aslında biliyorum o ölmedi. Çünkü babalar ölmez, oğullarının erkek olmasına fırsat verir. Benim de babam ölmedi. Bir gecede çocukluktan erkekliğe geçişimi daha rahat görebileceği bir yere geçti. Ama bana da bir nefesin ne kadar değerli olduğunu öğretti. Gitmeden önce en son ve en zor dersi verdi. Ambulanstayken ona dua etmeye çalıştım ama baba dedikten sonra hiçbir şey diyemedim. Diyebilseydim gelir miydi acaba? ….

Baba dedim tek kelimeyle bir ömrü çağırdım. Geldi mi bilmiyorum. Ama hissettim. Mezarlıklar hiç soğuk ve korkulacak yerler değilmiş. Ben oraya canımdan bir can bir sıcaklık bıraktım. Macar taşında yazan ismini gözlerimle değil yaşlarıyla okudum. Cenaze kalabalıktı ama ben yalnızdım. Herkes bir anıyı uğurladı ben bir hayatı, kahramanımı, en çok güldüğüm en iyi arkadaşımı, merhameti, adaleti, Mustafa Kemal Atatürk sevgisini bana katan beni zenginleştiren adamı bıraktım. Neyime güvendim bilmiyorum el gibi çıplak kaldım…

Bana ‘’oğlum’ ’deyişini hala duyuyorum. Kulaklarımda değil ama yüreğimin en derin yerinde. Uyuduğu odadaki saati bile 02:15’te durdu. Evinden bir daha dönmemek üzere son kez çıktığı saat…

Herkes ne olursa olsun hayat devem edecek dedi ama hayat kaldığı yerden devam etmedi. Belki yeni bir yörüngede dönmeye başladı ama bu yörüngede onun izi var artık…

Bir daha babam olmayacak. Ama eğer bir gün baba olursam onun gibi bir baba olmaya çalışacağım. Adil, merhametli ve iyi. Bir gün ona ‘’ Geçmişte seni eleştirip kızdığım şeylere artık hak veriyorum. Yaşlandıkça sana mı benziyorum?’’ Demiştim. O da bana ‘’oğlun arabayı temiz alıp pis getirince beni asıl o zaman anlayacaksın’’ demişti. Yine kızmıştım hayat dersini bile arabası üzerinden veriyor demiştim. Ama şimdi anlıyorum ve diyebiliyorum ki ben de senin gibi olmaya çalışacağım. Hatta ben senin evladınsam sana söz veriyorum bunu başaracağım. Lakin içimdeki çocuk hala o kapının açılıp sesini duyabileceğini sanıyor. Ama bazı beklentiler sonsuzdur. Artık ben ona anlatıyorum. Sessizliği ondan öğrendim suskunluğun da bir dil olduğunu ben ona anlatıyorum…

Babam bana çok şey öğretti. En çok da susmanın anlamını. Gözleriyle konuşan bir adamdı şimdi o gözler kapandı ama biliyorum ki bakışları hala üzerimde. Kardeşim hala o geceyi titreyen sesiyle anlatıyor. Bizim için sadece bir geceydi, ama onun için bir ömrün sonuydu…

O akşam çok ağlamadım, ağlayamadım en azından kimsenin beni görmediği yerlerde yaptım bunu. Gözümden taşanları kimseyle paylaşamasam da içimden taşanları paylaştım herkesle. Şimdi de hayatımın en zor yazısını alıyorum kaleme. Affet baba ağladım biraz yine. Çünkü seni yazabilmek de bir tür ağlamaktır. Kalemimle yas tutuyorum. Bağıramadıklarımı satırlara fısıldıyorum…

Gidişini kabul edemiyorum ama yokluğunu da inkâr edemem. Her şey onun eksikliğiyle tamamlanıyor artık. Çok fazla fotoğraf yok belki ama hatıraları çok. Gözümde asılı kalan bir ifade artık o. Bana geçmişini miras bıraktı ben de bu yazıyla onu geleceğe taşıyorum…

Bu yaz onun sessizliğine bir cevap.

Hiç ‘’hoşça kal’ ’demedik.

Ama şimdi usulca diyorum.

Hoşça kal baba…

Yine görüşeceğimize inanıyorum. Çünkü bazı ayrılıklar fizikseldir.

Ruhlarımız birbirine dokunmaya devam edecek.

Sen gittin,

Ama ben seninle kalmaya,

Senin oğlun olduğum için gurur duymaya devam edeceğim.

Bana yaşattığın her şey için Teşekkür ederim canım babam…

ERGİN ERSÖZ