EĞİTİMCİ ŞAİR YAZAR HAYRİ SARI YAZDI: "DAHA NE FERDİLER NE EDİPLER ÇIKAR"
1/3/2025
DAHA NE FERDİLER NE EDİPLER ÇIKAR
Kitap okudum. Gazete, dergi taradım. Seçme bir iki televizyon programı izledim. Sıkıldım doğrusu bu dıştan yalıtık dünyadan.
Doğaya; kuşlara, böceklere, çiçeklere uçmak istedi canım. Bizim mahallenin çevresi zengindir bu yönden. Yürüyüş yolları, dere boyları, park falan derken biraz rahatladım. Tam iki saat insan sesinden, nefesinden uzak yaşadım.
O ünlü sözün dediği gibi kürkçü dükkanına dönüş başladı. Dönüşte Körfezkent yolundaydım. Gelenin gidenin çok olduğu caddede market etiketleri karşıladı beni.
Ucuzun peşindeydi millet. Bir marketin çıkışında, bir adam, iki poşetle önümden geçti. Bir iki adım atmadan küçük bir kızın sesi geldi: "Baba, sen ne kadar maaş alıyorsun?"
Küçük kızın elinde küçük bir gofret vardı. Adamla ikimiz birden döndük. Kız, duraksadı bakışlarımızda. Yanlış bir şey sormuş da babasını benim yanımda küçük düşürmüş gibi oldu. Adamla bakışıp küçük kıza sempatik gülücük gönderdik. "Yahu, bebekler, çocuklar bile paradan başka bir şey düşünemez oldular!" dedim.
Yürüdüm.
Bir durakta eski bir tanıdıkla karşılaştık. Arkadaşın eşiyle, oğluyla da selamlaştık. Eski dostla bir köşede söyleşiye daldık. Emekli, artışların azlığından, fiyatlardan söz ediyordu. Bizi yan kulağıyla dinleyen oğul, babasına: "Yeter artık baba! Her gördüğüne anlatınca bir şey değişecek mi?" diye çıkıştı. Sustuk.
Dere boyuna kaydırdığım yürüyüşte, kekik, papatya yoktu, çimler, köpekler vardı. Yeşilin esintisine kendimi kaptırıp bir ıslık tutturdum.
Sonunda kendimi bizim fırının önünde buldum. Fırın önünde sıcak odun ekmeği kuyruğu vardı. Sıram geldi, İki ekmek aldım. Yirmi lira uzattım. Genç kız: "Amca, ekmek on beş lira oldu." dedi.
Usulca ve usluca on lira daha ekledim. Sessizce çıktım fırından.
Yürüdüm eve doğru.
Artışı dert etmeyecektim. Peşimden gelenleri bekledim. İnsan sıcaklığı ekmek sıcaklığıyla buluşacaktı. Dertleşip hafifleyecektik. Yetişen adamın ilk sözü, "Hoca! Kaç yaşındasın?" oldu.
Adam bir söyleşi havası yarattı kendince. "1954 doğumluyum." "Kaç yaşında yani?" "72!" "Yaşını göstermiyorsun." "Teşekkür ederim." "Daha yaşlı görünüyorsun." "Kaç gösteriyorum?" "80 üstü..." "Evet, beni, çocukluğumdan beri, ağabeyimden büyük, babama kardeş görürler. Görürler de!.. Ne zevk duyarlarsa gülerek söylerler bunu hep!" "..." "İyi akşamlar!.." "İyi akşamlar!.."
Eve döndüm. Biraz sonra haberlerle günü bitireceğim. Ha, ondan önce Esra Erol'un toparlamaya çalıştığı aile bireylerinin kavgalarına bakacağım.
Ah be Esra! Bul şu Fatih'i artık!
Birileri, izlemem ben bu programları, diyorlar. Desinler!.. Korkmayın, bu insanlar, bu yurtta yaşadıkça daha ne Ferdiler, ne Edipler çıkar!..
DAHA NE FERDİLER NE EDİPLER ÇIKAR
Kitap okudum. Gazete, dergi taradım. Seçme bir iki televizyon programı izledim. Sıkıldım doğrusu bu dıştan yalıtık dünyadan.
Doğaya; kuşlara, böceklere, çiçeklere uçmak istedi canım. Bizim mahallenin çevresi zengindir bu yönden. Yürüyüş yolları, dere boyları, park falan derken biraz rahatladım. Tam iki saat insan sesinden, nefesinden uzak yaşadım.
O ünlü sözün dediği gibi kürkçü dükkanına dönüş başladı. Dönüşte Körfezkent yolundaydım. Gelenin gidenin çok olduğu caddede market etiketleri karşıladı beni.
Ucuzun peşindeydi millet. Bir marketin çıkışında, bir adam, iki poşetle önümden geçti. Bir iki adım atmadan küçük bir kızın sesi geldi:
"Baba, sen ne kadar maaş alıyorsun?"
Küçük kızın elinde küçük bir gofret vardı. Adamla ikimiz birden döndük. Kız, duraksadı bakışlarımızda. Yanlış bir şey sormuş da babasını benim yanımda küçük düşürmüş gibi oldu. Adamla bakışıp küçük kıza sempatik gülücük gönderdik.
"Yahu, bebekler, çocuklar bile paradan başka bir şey düşünemez oldular!" dedim.
Yürüdüm.
Bir durakta eski bir tanıdıkla karşılaştık. Arkadaşın eşiyle, oğluyla da selamlaştık.
Eski dostla bir köşede söyleşiye daldık. Emekli, artışların azlığından, fiyatlardan söz ediyordu. Bizi yan kulağıyla dinleyen oğul, babasına:
"Yeter artık baba! Her gördüğüne anlatınca bir şey değişecek mi?" diye çıkıştı. Sustuk.
Dere boyuna kaydırdığım yürüyüşte, kekik, papatya yoktu, çimler, köpekler vardı. Yeşilin esintisine kendimi kaptırıp bir ıslık tutturdum.
Sonunda kendimi bizim fırının önünde buldum. Fırın önünde sıcak odun ekmeği kuyruğu vardı. Sıram geldi, İki ekmek aldım. Yirmi lira uzattım. Genç kız:
"Amca, ekmek on beş lira oldu." dedi.
Usulca ve usluca on lira daha ekledim. Sessizce çıktım fırından.
Yürüdüm eve doğru.
Artışı dert etmeyecektim. Peşimden gelenleri bekledim. İnsan sıcaklığı ekmek sıcaklığıyla buluşacaktı. Dertleşip hafifleyecektik. Yetişen adamın ilk sözü, "Hoca! Kaç yaşındasın?" oldu.
Adam bir söyleşi havası yarattı kendince.
"1954 doğumluyum."
"Kaç yaşında yani?"
"72!"
"Yaşını göstermiyorsun."
"Teşekkür ederim."
"Daha yaşlı görünüyorsun."
"Kaç gösteriyorum?"
"80 üstü..."
"Evet, beni, çocukluğumdan beri, ağabeyimden büyük, babama kardeş görürler. Görürler de!.. Ne zevk duyarlarsa gülerek söylerler bunu hep!"
"..."
"İyi akşamlar!.."
"İyi akşamlar!.."
Eve döndüm. Biraz sonra haberlerle günü bitireceğim. Ha, ondan önce Esra Erol'un toparlamaya çalıştığı aile bireylerinin kavgalarına bakacağım.
Ah be Esra! Bul şu Fatih'i artık!
Birileri, izlemem ben bu programları, diyorlar. Desinler!.. Korkmayın, bu insanlar, bu yurtta yaşadıkça daha ne Ferdiler, ne Edipler çıkar!..
HAYRİ SARI
cinaraltikultursanat@gmail.com