YEŞİL ORMANIN HİKAYESİ, UNUTULMUŞ AŞK / ÖYKÜ

YEŞİL ORMANIN HİKAYESİ, UNUTULMUŞ AŞK

Kuşyuvası Köyü , küçük bir Ege kasabasının hemen yanında, masmavi bir denizin kıyısında, yemyeşil ağaçların çepeçevre sardığı, göz alıcı yem yeşil ormanla çevrili bir köydü. Bu köy, şehirlerin gürültüsünden uzak, sakin ve huzur doluydu. Köyün insanları geçimlerini kışın balıkçılık yaparak , yazın ise tatil için buralara gelen yerli ve yabancı turistlere odalarını kiralayarak ve hazırladıkları yiyecek, içecek, hediyelik eşya ve takıları satarak sağlıyorlardı.

Güzin, deniz ve ormanın birleştiği bu köyde kuş sesleri ve yaprak hışırtıları arasındaki, küçük bir evde yaşıyordu. Güzin, annesiyle birlikte büyümüş, doğanın her köşesinde huzur bulmuştu. Annesini kaybettikten sonra ise yalnızlıkla ve hayatın tüm zorluklarıyla tek başına mücadele etmeyi öğrenmişti. O da diğerleri gibi evinin bir odasını yazın gelen tatilcilere kiraya veriyor ve yaptığı reçel ve turşularla, dağlardan topladığı güzel kokulu bitkileri kurutup satarak geçimini sağlıyordu. Yirmili yaşlarının ortasına gelmişti Güzin. Hayallerini süsleyen, onu mutlu edebilecek biri karşısına çıkmamıştı henüz.

Haziran ayının başlarıydı. Dağlardan ot toplayıp kurutmak için ormanın derinliklerinde yürüyüş yaparken, karşıdan gelen uzun boylu, yakışıklı, esmer bir delikanlı olan Aras’la karşılaştı. Aras uzak şehirlerden birinden tatil için buraya gelmiş bir gezgindi. Meraklı ve maceraperest bir gençti. Tatil için geldiği bu köyü çok sevmiş ve iki haftadır bu güzel köyden ayrılamamıştı. Ne kadar çok yola çıkmak, başka diyarlara gitmek istemişse de içinden bir ses hep durdurmuş, ona biraz daha kalmasını söylemişti. Burada kaldığı sürede hemen her gün ormanda yürüyüşe çıkıyor, kendini yalnızlığın huzurlu kollarına bırakıyordu.

O gün her ikisi için de bam başka bir gündü. Yemyeşil ormanın derinliklerinde karşılaştıklarında gözlerindeki bakış, yüreklerine inen bir alev ırmağı gibi aktıkça akmıştı. Aras maceraperest olduğu kadar konuşkan bir gençti aynı zamanda. Güzin’in mavi gözlerine baktığında yüreğini sıcacık bir his kapladı. Ona doğru bir adım attı.

“Merhaba,” dedi Aras, Güzin’e gülümseyerek. “Seni burada ilk kez görüyorum. Yalnız mısın?”

İlk bakışta bu yabancı karşısında çekinen Güzin, başını sallayarak cevap verdi. “Evet, yalnızım. Burada yürümeyi seviyorum. Sen de mi ormanı seviyorsun?”

Aras, Güzin’in gözlerindeki çekingenliği, korkuyu ve hüznü fark etmişti.

“Evet, ormanı çok seviyorum. Burası beni rahatlatıyor. Beraber yürüyebilir miyiz?” diye sordu.

Güzin, kısa bir tereddütten sonra, “Tabii, birlikte yürüyebiliriz,” dedi. Güzin ve Aras’ın kesişen yollarında attıkları her adım yep yeni bir aşka doğru ilerleyecekti. O gün yürüyüş boyunca yaptıkları sohbet sanki birbirlerini çoktan beri tanıdıkları izlenimini vermişti her ikisine de…

Geçen günlerde , Güzin ve Aras birbirlerine daha da yakınlaştılar. Hemen her gün ormanın içine doğru giden yolda buluşuyor, bir kaç saatlerini ot toplayarak, sohbetler ederek geçiriyorlardı. Güzin, Aras’a annesinden öğrendiği doğanın sırlarını anlatırken, Aras da Güzin’e büyük şehir hayatındaki maceralarını anlatıyordu. Aralarındaki bağ, her geçen gün daha da güçleniyor, yürekleri gittikçe birbirine bağlanıyordu.

Aras sonunda Güzin’e olan aşkını itiraf etmiş ve karşılığında da Güzin’in büyük aşkını öğrenmişti. Onlar ormanın derinliklerinde kaderin karşılaştırdığı iki büyük aşıktı artık. Ancak hayat, her zaman istedikleri gibi gitmeyecekti.

Aras, ne kadar çok kalmak istese de ailesinin işleri sebebiyle ara ara gittiği şehirde, artık daha fazla vakit geçirir olmuştu. Güzin bu durumdan rahatsız olsa da, Aras’ı yokluğunda çok özlese de sevdiği adam ve büyük aşkı için sabırla beklemek zorunda olduğunu biliyordu. Aras’ın yokluğunda köyünde kendi işleriyle ilgileniyor, tezgahında tatil için gelenlere hazırladığı ürünleri satarak zamanını geçiriyordu.

Aras, işlerinden kaçamak yaparak geldiği bir gün, Güzin’e bu durumu açıklamak zorunda kaldı. “Güzin, ailemin işleri nedeniyle uzunca bir süre şehirde kalmam gerekiyor. Ama buraya, sana döneceğim. Beni bekle…”

Güzin, gözlerindeki endişeyi gizlemeye çalışarak, “Aras, seni son nefesime dek bekleyeceğim. Ama lütfen, dönmeyi unutma.”

Aras, Güzin’in elini sıkıca tuttu, “Söz veriyorum, döneceğim. Bu orman, aşkımızın tanığı olacak.”

Aras şehirdeyken, Güzin yalnızlık ve endişe içinde günlerini geçiriyordu. Ne ürün tezgahının başındaki insan kalabalıkları, ne de pansiyon olarak kiraya verdiği evindeki misafirlerin sohbetleri ona yalnızlığını ve Aras’ın özlemini unutturamıyordu. Aras’ın dönmesini beklerken, her gün ormanın derinliklerinde yürümeye devam etti. Ancak aylar geçmiş, Aras’tan haber alamamıştı. Güzin’in kalbindeki umut yerini hüzne bırakmıştı. Başlangıçta telefonundan aradığında yapılan sohbetler yerini, geçiştirilen cümlelere, sonra mesajlara bırakmıştı. Artık o kısacık mesajlar dahi gelmez olmuştu.

Bir gün, Güzin ormanın derinliklerinde yürürken, Aras’ın en sevdiği patikada durdu ve gözlerini kapattı. Rüzgarın fısıltıları arasında Aras’ın sesini duyduğunu sandı. “Güzin’im, seni asla unutmadım,” diyordu sanki.

Güzin, gözyaşlarına engel olamadan, “Aras, neredesin?” diye fısıldadı. Ama ormandan sadece sessizlik yanıt verdi.

Aras, Güzin’e verdiği sözü tutmamıştı. Şehirde yaşadığı zorluklar, ailesinin işleri ve hayatın getirdiği engeller arasında, Güzin’i ve aşklarının başlayıp büyüdüğü ormanı geri planda bırakmak zorunda kalmıştı. Güzin, sonunda kalbindeki boşlukla yaşamayı öğrenmişti. Ormanın her köşesi ona Aras’ı hatırlatıyordu, ama yüreğindeki derin acıyı avutabilecek bir şey bulamıyordu. Yine de Aras’a kızamıyor, onu incitecek hiçbir şey yapmak istemiyordu. O, aşka söz vermişti, bekleyecekti…

Aradan uzun yıllar geçti, Güzin’in saçlarına beyazlar düşmeye başladı, ama Aras’a olan sevgisi hiç solmadı. Ormanın derinliklerinde yürümek, Güzin için bir ritüel haline gelmişti. Her adımda, Aras’la geçirdiği anıları hatırlıyor, bu anılar Güzin’in kalbine kocaman bir taş gibi oturuyordu. Onun yokluğunu, her geçen gün daha da fazla hissediyordu.

Bir ilkbahar sabahı, ormanın derinliklerinde yürürken, kalbinin ağırlaştığını hissetti. Aras’la en mutlu oldukları yere ulaştığında, durdu ve derin bir nefes aldı, gözlerini kapattı. Kalbinde büyük bir acı hissetti. Artık daha fazla dayanamayacağını anladı. Ormanın derinliklerinde, son kez Aras’ı düşünerek, yere yığıldı.

Güzin’in cansız bedeni, ormanın kalbinde bulunduğunda, köylüler onun huzur içinde, gülümseyen dudaklarıyla sanki bir rüya aleminde uyuduğunu zannettiler. Güzin, sevdiği adamı beklerken, ormanın derinliklerinde sonsuzluğa kavuşmuştu. Aşklarını bilen köydeki arkadaşlarından birinin Güzin’in ölüm haberini verdiği Aras ise, Güzin'in kaybını öğrendiğinde, yüreğinde büyük bir acı hissetti. Yüreğinde duyduğu pişmanlıkla köye geldiğinde Güzin çoktan defnedilmişti. Mezarının başında hışkıra hıçkıra ağlayarak saatlerce oturdu. Kendine duyduğu öfke ve Pişmanlık dolu sözlerle Güzin’den özür dilese de artık bu hiç bir şeyi değiştirmeyecekti.

Aslında Aras, o güne kadar ne bir başkasıyla evlenmiş, ne de Güzin’den başkasını sevmişti. Sadece ailesine verdiği söze bağlı kalmak için işlerin başına geçmiş ve aşkından fedakarlık etmişti. Ancak bu pişmanlığın ne ona ne de Güzin’le yaşadıkları büyük aşka bir faydası yoktu artık. Son kez baktığı o yemyeşil orman ve yaşadıkları aşk, son nefesine kadar anılarında kalacaktı. Aras, Güzin’e verdiği sözü tutamamanın acısıyla, bir daha ne o köye ne de o ormana adım atmadı.

Yeşil ormanın her köşesi, yıllar boyu Güzin ve Aras’ın hüzünlü aşk hikayesini fısıldayacaktı. Güzin’in hatırası, ormanın sessizliğinde yaşamaya devam etti. Yıllar geçse de, köy halkı Güzin ve Aras’ın hikayesini anlatmaya devam etti. Orman, onların aşkına tanıklık eden sessiz bir mezar oldu. Güzin ve Aras’ın büyük aşk hikayesi, doğanın kalbinde, sonsuzluğa uzandı.

HAKAN KOÇAR