TONGUÇ BABA VE BOZKIRIN ÇİÇEKLERİ / Hakan Koçar

TONGUÇ BABA VE BOZKIRIN ÇİÇEKLERİ / Hakan Koçar

Kırklı yaşlardaki zayıf, sivri yüzlü köy kadını, sabah namazı vakti yatağında yatmakta olan sakallı, akça yüzlü kocasını hafifçe dürterek seslendi : “Kalk Eyüp ağa kalk…Yaşar evden kaçmış”…Bir hışımla yatağından fırlayan adam, üstünü alelacele giyinerek, köyde kapı kapı dolaşıp oğlunu aramaya koyulurken; Emine Şerif hatun arkasından gülümseyerek bakıyordu. Adamın kafasında kötü düşünceler belirmiş; doğduğu gün nefessiz kaldığı için öldü sanılan ve cenaze hazırlıkları yapılan, sıcak suyla yıkanırken tekrar nefes almaya başladığından yaşadığı anlaşıldığı için “Yaşar” adını koydukları oğullarının başına kötü bir şey geldiyse, ya bulunamazsa?... Zaten tek erkek evladıydı ailenin, bunca tarla tapana kim bakacaktı peki, kim ekinlerle, hayvanlarla uğraşacaktı?... Eyvah ki ne eyvahtı !…

İzmit’in kuzeydoğusunda bulunan manav köylerinden Çavuşoğlu’nda yaşayan, çiftçilik yapan, İstiklal Harbi gazisi Eyüp Aga, aklında korku dolu sorularla köyü karış karış gezdi, sordu soruşturdu. Ve sonunda anlaşıldı ki, ilkokulu bitiren oğulları Yaşar, üvey amcasının oğlu ile birlikte anlaşarak ve elbette annelerin haberi dahilinde! okumak için evden kaçıp, Arifiye Köy Enstitüsü’ne gitmişlerdi. Eyüp Aga bir hışımla Arifiye yollarını tutar, oğlunu geri almak için, Emine Şerif hatun da peşinden gider, razı etmek için. Arifiye Köy Enstitüsü Müdürü Süleyman Edip Balkır bir taraftan, Emine Şerif hatun bir taraftan razı etmek için çok uğraşırlar Eyüp Aga, Yaşar’ı okutsun diye. Enstitü müdürünün veliliği ve tüm sorumluluğu üstüne alacağını, merak etmemesini söylemesinin ardından nihayet ikna olur Gazi Eyüp Aga ve oğlunu Arifiye Köy Enstitüsü Müdür ve hocalarının ellerine bırakarak köyüne döner…

Yukarıda yazdıklarım Köy Enstitüsü Mezunu Öğretmen Yaşar Koçar’ın, yani babamın öyküsüdür. Ve 1308’i kadın, 15943’ü erkek olmak üzere 17251 köy çocuğunun daha buna benzer öyküleri vardı; Enstitülerin kurulduğu 1940 yılından, kapatıldığı 1954 yılına kadar…

Köy Enstitülerinin Kuruluşu ve İsmail Hakkı Tonguç

Genç Türkiye Cumhuriyetini kuranların temel düşüncesi, ülkede yaşayan ve çok yüksek oranda eğitimsiz olan halkı kısa sürede eğitmek, aydınlatmak, milli değerlere bağlı ve soran, sorgulayan, gereğinde eleştiren bir nesil yetiştirmekti. Ama bunu gerçekleştirebilmek için yetişmiş eğiticilere ihtiyaç olduğu da açıktı. Aslında ülke 1908 Meşrutiyet hareketinden beri nitelikli bir eğitimci potansiyeline sahipti. Yurt dışındaki eğitimi yakından izlemiş, birikimli bir kadro da mevcuttu. Bu kadro içerisinde genç yaşta, çağdaşlaşma özlemi doğrultusunda gerçekçi bir düşünce sentezini başarmış ve yetkin bir örgütçü ve uygulayıcı olan İsmail Hakkı Tonguç’da bulunmaktaydı.

28 Aralık 1938'de Hasan Âli Yücel Milli Eğitim Bakanı olduktan sonra, vekaleten yürüttüğü İlköğretim Genel Müdürlüğü görevine asaleten atanan Tonguç, böylelikle Köy Enstitüleri’ni hayata geçirmek için operasyonel bir göreve getirildi. 17 Nisan 1940'ta Köy Enstitüleri Kanunu çıkartılarak enstitüler açılmaya başlandı. Bu kurumlarla çok yakından ilgilenen Tonguç, 1946'da görevden alınışına değin, Enstitülerin yaygınlaşması için çalıştı.

Ülke Coğrafyasına Yayılan Enstitüler ve Öğretim Programları

Köy Enstitülerinin öğrenim süresi ilkokul üzerine en az beş yıl olup, sadece köy çocuklarını öğrenci olarak kabul ediyorlardı. Öğrenci alımında tüm il, ilçe ve köylere dengeli bir dağılım yapılmasına özen gösterilmekteydi. Böylece, eğitimde fırsat eşitliği uygulanmaya çalışılıyordu. Zaten 1937-45 arasında açılan yirmi köy Enstitüsünün dağılımı da bunu açıkça göstermekteydi.

Adana/Düziçi,

Adapazarı/Arifiye,

Ankara/Hasanoğlan,

Antalya/Aksu,

Aydın/Ortaklar,

Balıkesir/Savaştepe,

Diyarbakır/Dicle,

Erzurum/Pulur,

Eskişehir/Çifteler,

Isparta/Gönen,

İzmir/Kızılçullu,

Kars/Cılavuz,

Kastamonu/ Gölköy,

Kayseri/Pazarören,

Kırklareli/Kepirtepe,

Konya /İvriz,

Malatya/Akçadağ,

Sivas/Yıldızeli,

Samsun/Ladik ve

Trabzon/Beşikdüzü…

Köy Enstitülerinin programları uzun bir evrim süreci geçirerek 1943 yılında kesinleştirilir. İlkede bütünlük sağlanırken, çevre özelliklerine göre program yapma, eğitim sistemimize ilk kez giren bir anlayıştır. Özellikle üretim koşulları, mevsim özellikleri, öğrencilerin düzeyi bu esnekliği gerekli kılıyordu. Enstitüler, yeterli öğrenci bulamazlarsa, ilkokulun son iki yılını kendi bünyelerinde “hazırlık sınıfı” adı ile açabileceklerdi. Üretim konularını, kendi çevre özelliklerine göre, bilimsel çevrelerden aldıkları teknik yardımla kendileri programlayacakları. Bu tutum sadece bir çağdaş program anlayışı getirmiyor, demokratik bir eğitimin de örneğini veriyordu. Programlarda özellikle üretime dayalı eğitim, mezunların izlenmesi, demokrasi gibi temel öğelere yer veriliyordu. Haftada 114 saat kültür dersi, 58 saat ziraat dersi ve uygulamaları, 58 saat teknik dersler ve uygulamaları veriliyordu. Öğretmen olarak mezun olan öğrenciler gittikleri köylerde inşaatçılıktan, ziraatçiliğe, demirciliğe, marangozluğa ve sanat eğitimine kadar türlü alanlarda köylüye ışık olabilecek şekilde yetiştirilmeye çalışılıyordu. Köylerde büyümüş öğrencilere klasik müzik enstrümanları ve geleneksel sazları çalması öğretiliyordu. Aşık Veysel, enstitüleri gezip öğrencilere saz çalmasını gösteriyordu.

Enstitüleri Eleştirenlerin Düşünceleri

Köy Enstitülerine bir çok görüşten ve sınıftan eleştiri gelmiştir. Köy Enstitülerini eleştirilerin bir kısmının düşüncesi, bu sistemin tek parti yönetimi(CHP) tarafından oluşturulduğu yolundadır. İkinci eleştiri noktası ise bu okulların benzerlerinin Bulgaristan, Macaristan ve Nazi Almanya’sında bulunduğu ve dolayısıyla katı bir faşist düşünceden esinlendikleri yönündeydi. Bir kısım eğitimciler ise savundukları klasik eğitime aykırı bir sistemin başarılı olması sonucunda, kendilerinin otoritesinin kalmayacağını ve kenara atılmış duruma düşecekleri yeisine kapılarak, öncelikle İsmail Hakkı Tonguç’a ve dolayısıyla köy enstitülerine karşı önemli bir cephe oluşturdular. Bunlar enstitülerde verilen eğitimin sadece pratikte kaldığını, Köy Enstitüleri’nde yetişenlerin, sadece marangoz, boyacı, sıvacı, mobilyacı olduklarını ve hiç bir şey bilmediklerini ileri sürdüler. Hatta daha da ileri giderek bu kurumların ahlaksızlık ve dinsizlik yuvası olduğunu dahi iddia edenler çıktı.

Enstitülerin Kapanışı

Tüm yukarıda sayılan eleştirilerin zihinlerde kalıcı bir yanlış anlamaya dönüşmesi ve özellikle 1946 yılında gerçekleştirilmeye çalışılan toprak reformuna karşı çıkanların bunda temel sebep olarak köy enstitülerinde yetişen öğretmenlerin köylerdeki çalışmalarının bir kısım çevrelerde yarattığı rahatsızlık sonucu, baskılara direnemeyen Cumhuriyet hükümetleri sonunda enstitüleri kapatarak, işlevlerini ve programlarını Köy Öğretmen Okulları adı altında dönüştürmeye karar verirler. Köy Enstitüleri kırklı yılların sonunda kapatılma kararı alınmakla birlikte Demokrat Parti döneminde 27 Ocak 1954'te kapatılmıştır.

Sonuç

İstiklal Savaşı sonrası kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti’nde fakirlik ve cehalet iyice tırmanmış ve ülke geleceği açısından karamsar hale gelmişti. İsmail Hakkı Tonguç, Hasan Ali Yücel gibi kişiler sayesinde güzel bir sistem bulunmuş, uygulamaya geçilmiş ve olumlu somut sonuçlar vermiştir. Sistem temelde köylünün kendi kendini eğitmesini sağlayan, Anadolu’daki feodal yapıya son verecek olan bir sistem olarak düşünülmüştür. Ancak derinlemesine araştırıldığında yine bu çıkarcı feodal çevrelerin ve bu çevrelerle bağı olan siyasi ve bürokratik kesimin oluşturulan kaos ortamında Köy Enstitülerini hedef tahtası haline getirdikleri görülmektedir.