MELEK KAVŞUT'TAN KISA ÖYKÜ: "GÖZ ÇIĞLIĞI"

MELEK KAVŞUT

GÖZ ÇIĞLIĞI

Her sabah erkenden uyanıp güneşin doğuşunu seyrederdi. Güneşin doğuşuyla kendisinin de yeniden doğduğuna inanırdı Selma.

O beyaz şeffaf su gibi sabahların birinde karanlık bir güne uyandı. Önce pencereye doğru baktı. Beyaz perdeler gri, mor ve hardal sarısı bir renge dönüşüyordu. Gözlerini açıp kapadıkça renkler şekil değiştiriyordu. Önce şaşırdı, gözlerini ovaladı. Sonra masanın üzerindeki sudan içti. Ama bu su şişesini bulması hayli zor oldu. Gölge gibi görünüyordu. Selma hangi yana baksa gözlerinin içinde bir cismin kurşun kalem ucu gibi döndüğünü hissetti.

“Tansiyonum mu yükseldi acaba?” diye düşündü. Bu düşünceler içindeyken el yordamıyla lavaboya gitti. Elini, yüzünü yıkayarak başını da soğuk suyla ıslattı. Sonra yatağına uzanarak gözlerini bir süre kapattı. O Sabah güneşin doğuşunu seyredememişti. “Bu günüm kötü geçecek galiba” dedi kendi kendine. Kısa bir süre sonra midesinde şiddetli bir ağrı hissetti. O an nane ile limon kaynatıp içmeyi düşündü. Bu düşünceler içinde gayri ihtiyari bir hareketle gözlerini açarak yatağında doğruldu. Karanlık dağılmıştı, grinin yerini kirli beyaz bir renk almış ve ışık görünmüştü. Selma emekli hemşire olduğu için görme kaybı yaşadığını anlamıştı. Hemen kan şekerini ve kan basıncını ölçtü. Durumun ciddiyetinin farkındaydı. Hızlıca hazırlandı, duvarlara tutunarak evlerine yakın olan hastanenin yolunu tuttu.

Hastaneye giderken “Eğer geç kalırsam gözlerimde kanama olabilir ya da kan şekerimin yükselmesiyle görme kaybı yaşayabilirim. Acaba bundan sonra kör bir insan olarak mı yaşayacağım? Belki de ne şiir ne de roman yazabileceğim” diye karmaşık bir düşünceye kapıldı.

Hastanenin göz kliniğine geldiğinde randevusu olmadığı halde durum acil olduğu için sekreter Selma’yı doktorun odasına aldı. Doktor Uğur Bey Selma’nın karşısındaydı. Kendinden emin, dinamik, kararlı, babacan ve bilgece bir tavırla:

“Hoş geldin Selma Hanım, ne oldu size, neyiniz var?”

“Doktor Bey, ben kör oldum, göremiyorum, şu an sizin yüzünüzü bile silik görüyorum.” Uğur Bey, Selma’nın omuzuna elini atarak esprili bir dille:

“Peki göremiyorsan buraya kadar nasıl geldin?” Diyerek Selma’yı sakinleştirdi. Selma da titrek bir sesle:

“Nasıl geldiğimi ben de bilmiyorum. Duvarlara tutuna tutuna gelmeye çalıştım.” Doktor Uğur Bey hümanist yaklaşımıyla Selma’yı ayrıntılı bir göz muayenesinden geçirdi. Ona:

“Korkma, kör olmayacaksın. Her iki gözüne de ameliyat gerekiyor. Ameliyat sonrasında da belirli aralıklarla göz içine iğne uygulanacak. Bu uzun süreli bir tedavi olduğu için sabır gerekli” deyince Selma’nın gözleri doldu. Eve gidene kadar için için ağladı.

Beklenen gün gelmişti. Ameliyat kıyafetiyle Selma sedyede içeriye girmeyi bekliyordu. Kafasında yüzlerce soruyla boğuşurken doktorunun yardımcı asistanı taktığı maskenin altındaki yarım gülümsemesiyle:

“Adın ne, aç gözlerini!”

“Adım Selma, ne yapacaksınız gözüme?”

“Şimdi damla koyacağım, birazdan ameliyata gireceksin, sakın gözlerini açma!”

“Hayır, gözlerimi açmam lazım, ben karanlıktan korkarım.” Asistan yumuşak bir dille: “Selma Hanım, sen hemşiresin, neden korkuyorsun ki, biz buralardayız.”

Ameliyathaneye giren Selma:

“Merhaba! Doktorum Uğur Bey geldi mi?”

“Buradayım Selma Hanım, hoş geldiniz!”

“Doktorum, bir şiir kitabı bastıracak kadar şiir yazabilmem için gözlerime ışık verebilir misin?” Doktor kısa bir suskunluktan sonra:

“İnşallah! Diyerek ameliyata başladı. Yarım saat geçmişti ki tatlı bir ses tonuyla:

“Selma Hanım, bundan böyle şiir kitaplarınızı ve romanlılarınızı rahatlıkla yazabilirsiniz.” derken sözlerinden umut akıyordu. Doktor konuşurken Selma ameliyat masasında çok ağrı çekiyor, sanki gözleri yerinden çıkacak gibi hissediyordu. Gözleri çığlık içindeydi. O gece hastanede yattı.

Ertesi gün doktoru bandajları açarken:

“Bugün seni taburcu ediyorum. Her şey yolunda.” derken Selma espriyi patlattı.

“Bak doktorum, gözlerimin başına bir şey gelirse yani kör kalırsam, asla yüzüne bakmam bilesin, gözlerim ellerinde stres topu gibi ya sabır çekiyorsun, “deyince doktor kahkaha atarak “Kör olursan zaten yüzümü göremezsin, yine de merak etme, gözlerini yerine koyacağım”. Bu hoş espriye odadakiler de kahkahayla güldüler.

Selma hastaneden çıkıp yakınları ile birlikte eve doğru yol alırken asansörün önü oldukça kalabalıktı. Her iki gözü de kapalı olduğu için ruh hali karmakarışıktı. O an bir insan silüetinin yanına yaklaştığını hissetti. İki el önce başındaki ameliyat bonesini dikkatle düzeltti. Kapalı gözlerini elleriyle şefkatli bir şekilde sıvazladı. Ağrıyan omuzlarını örttü. Açıkta olan ayaklarını kapattı. Sedyeden sarkan ellerini nazikçe tutup yerleştirdikten sonra yavaşça uzaklaşırken Selma telaşla: “Kim var orada? Siz kimsiniz? Neler oluyor? Bu ayak sesi kimin? “Ben mazinin ayak sesiyim.” dedi. Selma değişik duygular içinde:

“Bakar mısınız, ne dediniz siz bana, anlamadım.”

“Maziye çok takılma dedim! Oraya takılıp kalırsan, gözlerin hep arkada kalır ve önünü göremezsin. Önünü göremeyen zaten kördür. Gözlerini maziye bırakmaktan kurtul artık. İleriye bak! Artık seni azat ediyorum.”

Selma büyük bir şaşkınlık içinde ‘Doktor Uğur Bey’in sesine ne kadar da benziyor, o mu acaba?’...