MELEK KAVŞUT'TAN KISA ÖYKÜ: "DOLUNAY GECESİ"


MELEK KAVŞUT
DOLUNAY GECESİ
Yol uzun, yolcu yorgun; adı yok geçtiği tepelerin, yürüdüğü patikaların. Bir dolunay gecesi yol kıvrımlı, dağlar keskin. Dağların ardında, güneş doğan o uzak köylerden birinde bir doğum vakası vardı, Işıksız köyünde. Yoldayken aklı hep köyün ismine takıldı.
Fatma Gelin henüz otuzlu yaşlarında dördüncü bebeğini dünyaya getirecekti, ama köyü şehre çok uzaktı. Böyle yolu, elektriği olmayan bir köyün ismi tesadüf olamazdı. Selma Ebe yanında muhtar ve birkaç köylüyle Işıksız köyüne yürüyerek gitti. Gözleri kapkara bakışları çakmak çakmaktı. Karşıdaki dağlara baka kaldı. Sanki o dağlara bakmıyordu da dağlar ona garip garip bakıyordu.
Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Selma Ebe atandığı köye, sağlık evine gelmişti biraz dinledikten sonra, ona yaklaşan bir adam
- Merhaba hoş geldiniz ebesiniz herhalde
- Evet ben köyünüzün yeni ebesi Selma
- Siz kimsiniz?
Öğretmen biraz duraksadıktan sonra cevap verdi,
- Ben köyün öğretmeniyim. Sizi bekliyorduk. Siz yorulmuşsunuzdur, dinlenin biraz. Bir ihtiyacınız olursa haber edersiniz.
Selma göreve başladığının ikinci sabahında sağlık evinin penceresini açarken karşıdan gelen yanık bir türkü sesiyle kendine geldi. Uyku mahmurluğuyla hemen dışarı fırladı. Karşıki yamaçlara, dağlara bakarak o sesin kimden geldiğini görmek istiyordu. Fakat o yanık türküyü söyleyen kimse ortada yoktu. Selma her tarafa baktı baktı, türkü devam ediyordu. Tedirgin bir şekilde sağlık ocağının kapısını kilitledi.
Gecenin tatlı uykusunda kapı güm güm güm çalmaya başladı . Selma irkilerek uyandı.
- Kimsiniz, kimsiniz ? diye seslendi
Kapının dışındaki kişi ,
- Benim benim Keje, Cihan'ın Hanımı doğum yapacak. Ben Gülten'in annesiyim dedi. Kapıyı açtı Selma Ebe. Üstüne bir şeyler alıp birlikte Keje'nin gösterdiği eve doğru ilerlediler.
Keje, yolda köy ahalisini anlatmaya başladı. Burada şu kalıyor, şu kadar kardeşler, şunlar birbirine düşman, şurası köyümüzün çeşmesi... Selma bir yandan Keje'yi can kulağıyla dinliyor. Bir yandan da sarı sıcak pencerelerde geceye karışan köylüleri, evin içinde hayal ediyordu. Soba şurada olmalı çünkü baca burada. Yer yatağı da ona yakın olmalı, kaç çocuk var acaba sobanın etrafında birlikte yatan?.. Keje anlatmaya devam ediyor, Selma da kendi düşünü var ediyordu bu köyde. Ev bir hayli uzaktı. Köyün mezarlığının üstünde kalan tenhada bir evdi. Eve büyük ve dar bir avludan geçilerek giriyordu. Kadının kocasının kocaman, kıvrımlı bıyıkları vardı. Gaz lambası rüzgarda savuruyordu adamın gölgesini. Adamın başını büyütüp küçültüyordu. Selma hem adama hem gölgelere dalıp gitmişti. Keje bir seslenmeyle onu bu düşten alıverdi.
Ebe Ana:
- Buradan gel, odaya geçelim. Doğum yapacak kadın şu odada.
Küçücük bir oda, süslemeli küçük bir çeyiz sandığı, ufacık bir pencere, duvarda su içen geyik duvar halısı. Kadının üzerinde kat kat yorganlar. Kırmızı çiçekli , desenli, sarmaşıklı bir yorgan. Sıcak su ve temiz bez istedi Selma. Şifalıydı elleri, sıcacık.. Kadın, Selma'nın onun ayağına ilk temas etmesiyle, o güveni hissetti ve yüzündeki o korku, yerini güven dolu bakışlara bıraktı. Selma, o güzel ve çakmak çakmak bakışları gördükten sonra sanki bu işi bir asırdır yapıyormuş gibi bildik bir edayla kolları sıvadı. O artık küçük ve korkak Selma değil, Ebe Anaydı. Bu ismin ağırlığını omuzlarında hissetti. Anası çocuğunu sabah namazına yakın bir vakitte Ebe Ananın yardımıyla doğurdu. Çok kolay bir doğum olmuştu . Ona su getirdi, küçük Gülten. Ellerini mavi leğenin içinde yıkadı. Kan lekesi, su lekesiyle karışıp leğenin içinde döne döne yer arıyordu kendine, durulacağı bir yer arıyordu leğende kanlı su. Ebe Ana suyun içindeki kana bakıyordu, Keje'nin siyah desenli yazmasına bir yanıyla. Sonra Keje'nin çok farklı bilge bir kadın olduğunu hissetti . Bu düşünceye suyun sesi eşlik ediyordu. Keje bastonuna yanaşmış Ebe Anayı izliyordu . Elini Selma'nın omzuna koyarak:
- Kızım çok yaşa, kızım çok yaşa ,dedi..
Suyu tutan Gülten’e,
- Hemen bize bir kahvaltı hazırla, dedi .
Birlikte avluda oturdular. Güneş doğmak üzereydi Işıksız köyüne . Gün kızıl bir renk saçıyordu, dağların doruklarına sanki saçlarını savuruyordu. Selma hayatında bu kadar güzel bir gün doğumu görmemişti. Tepelerin ardında yavaşça yükselen bir güneş, o kızıllığa eşlik eden kuşlar, Köy halkının sesleri gelmeye başladı, köy bu saatte uyanırdı.
Gülten kahvaltıyı getirdi; sıcak çay, tandır ekmeği, peynir, yoğurt, tereyağı... Baba kapıdan kafasını uzatıp, “Bir ihtiyacınız olursa Gülten'e seslenin” dedi. Sonra onları rahatsız etmemek için içeri geçti.
Keje, bıraktığı yerden devam etti. Deli Sinan'ı anlattı, Yetim Ayvaz'ı, Ayvaz'ın annesinin nasıl kuyuya düştüğünü... Uzun ve detaylı bir şekilde köy halkını anlatıyordu. Selma da can kulağıyla dinliyordu. Aklından aile planlaması, Ayvaz'ın okuması gerektiği, okuma yazma seferberliği kadınlara... Birçok şey aklına geldi. Ebe Ananın yanında kendine yeni misyonlar ekledi ve bu onu çok heyecanlandırdı. Kahvaltıdan sonra geldikleri yoldan geri döndüler. Geldiği yollara birde gündüz gözüyle baktı. Damın üstünde uyuyan köpeği, kapının önünde oynayan çocukları, taşın üstünde oturan yaşlı kadını. Sonra lojmana geçip bütün bunları düşünüp bir gündüz uykusuna daldı.
Akşam olmak üzereydi gün batımı kızıl rengini gösteriyordu. Yavaş yavaş uzak mezralardan birinde bir bebek dünyaya gelmeğe hazırlanıyordu. Selma Ebeye haber gelince; Keje Ana ve Cihan bu uzun ve yorucu yolda ona eşlik ettiler. Gece karanlık, yol engebeli ve uzun.. Selma Ebe yol boyunca derin düşüncelere daldı. Köylüleri, şehirde yaşayanlarla karşılaştırıp yoksunluklarına, yoksulluklarına üzülüyordu. Sonra temiz havayı usul usul içine çekti. Alacakaranlık dağlara, o ıssız vadilerin güzelliğine bakıp hayret ediyordu. İçinde ben burda bir ömür yaşarım/yetiniyordu, düşlüyordu Selma/ İnsanları değiştirmek isteyen devrimci bir ruhla şunları yapsam değişir bir şeyler , dışarda onların seveceği bir dünya var bilmeli bu insanlar... Umut ediyordu serin rüzgarlar saçlarını okşarken, serin rüzgarlar teninde gezinirken. Sonra çok sevdiği arkadaşı Melek geldi aklına, sınıf arkadaşı. İçinden şunları geçirdi; keşke bir telefon olsa bu yaşadıklarını tek tek ona da anlatsaydım Melek'te Mardin'de çalışıyordu, ”Acaba Melek ne yapıyor?” diye düşündü. Neden mektup yazmıyorum ki dostuma bir an önce yazmalıyım vakit bulunca. Melek'e yazma hissi çevresini daha iyi gözleme niyeti doğurdu onda. İnsan bir şeyler anlatmak isteyince sevdiği birine ne güzel anın içinde kalıyor, onu hissediyor diye söylendi kendi kendine . Cihan en önde yürüyor, Keje ise ona bir adım yakın yürüyordu . Onu arkada bırakırsam korkar kız diye düşünüp hep Selma'ya bir nefes yakın hem de cihana bir adım uzaktaydı. Keje'nin bu ince düşüncesini fark edince onun sağ koluna girdi Selma, arkadaşı Melek'in koluna girer gibi. Sonra içinden geçen şiirsel şeyleri Keje'ye söyledi.
- Bu dağlar ne yamandır Keje
Adı yok bu sessiz yüceliğin
Bilir misin Keje
Kış; sonbahara tutunarak gelir
Ve içinden bir ilkbaharı müjdeler
Sanırım bende bu dağlara tutundum
Özlem; sevgiye tutunarak sabreder
Ve içinden sıcacık bir aşkı müjdeler
Sanırım bende bu aşka tutuldum
Bilir misin Keje
Oysa ne bekleyen suçludur ne de beklenen
Ne kış ,ne bahar, ne özlem
Yağmurlar herkes için yağmaz
Ben şimdi baharını bekleyen bir kuşum
Ben şimdi bu doğumu yapacak bir ebeyim
Ben şimdi bu çocuklara
okumayı anlatacak bir öğretmenim
Ben şimdi bu kadınlara
güzelliği anlatacak bir kız kardeşim
Ben şimdi bu delikanlılara
Umudu anlatacak bir ablayım
Ah Keje bu yaman dağlarda
Ben şimdi baharı bekleyen bir kardelenim
Bu dolunay gecesinde doğum yapacak olan Kader'in kapısına vardılar. İçeriden bağrışma, ağlama ve ağıt sesleri yükseliyordu. Kader gelin doğum zamanı gelmiş ve durumu ağırdı, kanaması başlamıştı. Ne yapıp edip onu bir hastaneye yetiştirmeliydiler.
Bir kaç battaniye birbirine bağlayıp sedye yaptılar, Kader’i içine yatırdılar. Köyden birkaç erkek daha yanlarına alarak yola çıktılar. Artık zamana karşı yarışıyorlardı.
Uzun süren yolculuktan sonra Kader şehre varamadan yolda can verdi. Selma Ebe hastasını kaybetmenin verdiği acı ve üzüntü ile uzun süre kimseyle konuşmadı. Bu olay onu o kadar etkilemişti ki Işıksız köyünden ayrılmaya karar verdi. Ayrılırken Keje’ye şu sözleri söyledi.
Dağlarıyla, mezrasıyla, fakirliğiyle, yoksunluğuyla çok zorlu bir hayat var burada. Ama ben kendimi buraya da ait hissediyorum bir yanıyla. Şimdi gidiyorum ama geri döneceğim Keje.