HALİDE HALİD'İN KALEMİNDEN: "BİR DEMET GÜL"

BİR DEMET GÜL

Mesai bitmek üzereydi. Günal, önündeki yaprakları bir kez daha gözden geçirdi, yaptığı düzeltmelere baktı. Dikkati bir cümleye takıldı. Uzun bir süre öylece durdu. Duvar saatinin sesine odaklanınca dikkati dağıldı.

Günal'in işe herkesten önce gelip, herkesten sonra çıkma alışkanlığı vardı. Düşünceli şekilde ayağa kalktı ve montunu giydi. Odasına ani bir göz attı. Işığı kapatıp dışarı çıktı. Koridorda temizlikçi Peri dışında kimse yoktu.

- Teşekkür ederim Peri teyze, yarın görüşürüz -Günal hafifçe gülümsedi.

- Rica ederim, kızım. Son zamanlarda dikkatimi çekiyorsun, hasta mısın? - Peri teyze nazikçe sordu.

Günal susuyordu. Gülümsemeye çalıştı. Dudaklarında ani bir gülümseme belirdi.

- Hayır Peri teyze. Bir şeyim yok. Belki çok yorgunum, o yüzden.

- Yorgunluk geçecek, önemlisi sağlık olsun. Evet kızım, geç oldu yolundan kalma, yavrum.

Soğuk sonbahar rüzgarı sarı yaprakları yerden yere sürüklüyor, bazen dallara takılıp ağaçları sallıyordu.

Günal sokağa çıktı. Düşler onu geçmiş günlere götürmüştü. Nereye gittiğini bilmiyordu. Eve ne zaman vardığının farkına varmadı. Üstünü deyişip annesinin ısrarına rağmen yemek yemeden kendi odasına çekildi. Yatağa uzandı. Dün geceki rüyasını hatırladı. Hayalinde birisiyle konuşuyordu.

- Beni ne kadar çabuk unuttun, Gün?

- Unutan kişiyi unuturlar! Vefasız oldun, sözünü unuttun.

- Beni affet…

- Neyi affetmeliyim? Kalbimi ve duygularımı aldattın, kalbimi çaldın, yüz çevirdin...

Vicdan mahkemesi kurulursa en ağır cezayı haketmiş olursun. Babasız bir kızı kandırmayı, onun duygularına ve benliğine hakaret etmeyi kahramanlık olarak gördün. Bütün bunlar affedilebilir mi?

Günal'ın gözleri doldu. Sanki karşısındaki katil bir bireyle konuşuyormuş gibi, bu gözyaşlarını engellemeye çalışıyormuşasına dişlerini sıktı.

- Üzgünüm... Gün!

- Hayır, hayır! Asla affedemem. Seni hemen şimdi yakalayıp denizin dibine atardım, pis cesedin balıklara yem olsun! Of. Kırılgan bir kızın duygularını ayaklar altına alan alçak!

Sesli bağırdı. Çok terlemişti.. Annesinin yatak odasına baktı. Annesinin tatlı fısıltısını duydu.

İyi ki annem benim sesime uyanmadı - diye düşündü. Benim yüzümden o da hastalandı.

Kalp krizi! Hayatın işine bak. Ebeveynleri mutlu edemiyoruz, onların ebeveynlik borcundan çıkamıyoruz ve onlara daha fazla sorun yaşatıyor, dert üstüne dert veriyoruz.

Gören, neden hayatta bu kadar tuhaf, imkansız şeyler var?! Bazen kırılgan, hassas bir insan, zayıf, kaba, cahil bir alçağın karşısında çaresiz kalır...

Günal her gün işe gederken önce sahile gelir, deniz havasını içine çekerek martıları izlerdi.

Martılar deniz kıyısında daireler çizerek suya dalıyor, yiyeceklerini alıp tekrar havalanıyorlardı. Martıların tuhaf şarkıları vardı. Dillerini bilseydi onlarla birlikte şarkı söylerdi. Belki biraz rahatlardı.

Yine düşler onu kanadına aldı. Yine geçmişle baş-başa kalarak bakışlarını denizin sonsuzluğuna tuşlayarak hayale daldı…

Son zamanlarda çok yoruluyordu. Bilimsel çalışmaları, onun doyunca dinlenmesine izin vermiyordu. Çalışma sırasında bir kaç soru ortaya çıkıyordu. Deneyler için kaç tane kaynak bulmalı ve sonuçlandırması önemliydi. Bütün bunları onun yapması gerekiyordu..

Yıllarsa rüzgârın önüne topladığı hazal gibiydi, bir yandan ömür dalından dökülüyor, yapraklar gibi elinden uçup gidiyordu. Öğrencilik yılları böyle geçip gitti. Profesörlerin dersleri, seminer hazırlıkları, kütüphanelerde inceleme yazıları hızla geride kaldı...

Gözlerini açtığında atama komisyonunun önünde olduğunu gördü.

Nazik ve samimi bir insan olan Profesör Rehimli yüzünü Günal'a çevirerek şunları söyledi:

- Kızım, enstitüden onur derecesiyle mezun oluyorsun. Öğrenci bilim topluluğunun konferanslarındaki raporların dikkatimizi çekti. Bizim düşüncemiz seni enstitüde tutmak.

- Profesör, biliyorsunuz, ben...

- Hayır kızım, mütevazılığa gerek yok. Henüz bilimde açığa çıkmamış gizemlerin büyüsünü kırmak için acele etmelisin. Senden bu alanda çok şey bekliyoruz. Bu güveni hak ediyorsun. Şimdi yüksek lisansa hazırlan.

Günal, kendisini uzak dağlık bölgelerden birine göndermeleri konusunda ısrar etti. Çalışsın, deneyim kazansın, sonra yüksek lisans yapsın. Ancak enstitü personeli onun bu görüşüne katılmadı.

Nahid, Günal'ın enstitüde kalma haberi pek sevinmedi. Kız onun bu halini hassas bir şekilde hissetti ama yüze vurmadı. Çünkü bu tür şeylerle çok karşılaşmıştı. Nahid üniversitenin gazetecilik fakültesinde okuyordu. Birlikte günleri geçmişti. Nahid her buluşmaya geldiğinde ona çok sevdiği gülü getirirdi. Sık sık sinemaya giderlerdi. Filmden sonra Nahid, oyundaki oyuncuların performansları hakkında konuşur, zaman zaman bu konuda tartışırdı.

Günal bir defasında Nahid'e kendisinden ve ailesinden bahsetmişti. Babasının erken öldüğünü, annesinin fabrikada çalıştığını ve kendisinin aileye destek olduğunu anlatmıştı.

Günal ilk okula gittiğinde annesinin ne kadar mutlu olduğunu Nahid’e anlatmıştı. Annesi sabah erkenden kalkmış, kızının yüzünü öpmüş, uyandırmış, yemek yedirmiş, saçını tarayarak kurdeleyle örmüş sonra da okula götürmüştü. Annesi, kızının kendisini babasız hissetmemesi için her zaman çabalamıştı. Bu yüzden Günal için onu mutlu edecek her şeyi yapmıştı. Evlerinde zenginlik olmasa da saf, temiz sevgileri, kırılgan kalpleri ve birbirilerine güven vardı. Annesi onu hep bu ruhla yetiştirmeye çalışmıştı.

Nahid Günal'ı ilk kez uzaktan görünce üst düzey bir kişinin kızı olduğunu düşünmüştü. Son moda giydiği kırçınlı elbise kıza çok yakışmıştı.

Nahid kızla tanışmak için çok uğraşmıştı. Neredeyse bir yıl boyunca onu takip etmiş ama kızın kalbini kazanamamıştı.

Günal, o dönemde Nahid'in ona olan aşkının ciddi olmadığını hissetmişti. Amma büyük bir ısrar ve güvenle kızı takip etmesi Günal’ı fikrinden vazgeçirmişti.

Dürüst olmak gerekirse Nahid yakışıklı, sıcakkanlı bir gençti. Arkadaşları arasında boyu ve davranışlarıyla öne çıkıyordu. Kızlar arasında ona aşık olanların sayısı az değildi.

Kız arkadaşları Günal'ı eleştiriyorlardı. "Sen bir aptalsın, bu kadar cesur bir adamdan nasıl hoşlanmazsın!’ diye onu kınıyorlardı.

Sonunda Günal her şeyi iyice analiz ettikten sonra bir karar verdi. İlk buluşmanın kopyası hafızasına öyle kazımıştı ki, her uyandığında bu sahne gözünün önüne geliyordu.

O gün her yer çiçek kokuyordu, sevgi kokuyordu, her yer sanki çocuk uykuluydu. Bakü'nün şiddetli bir şekilde esmekte olan soğuk rüzgarı o kadar hafiflemiş ve öyle yumuşamıştı ki sanki şehre sert kış gününde bahar gelmiş gibiydi. Güna’lın nazarlarında her yer aşkın şafaklarıyla kuşatılmıştı.

Kız o gün çok heyecanlıydı. Söz verdikleri yere vardığında Nahid'i göremedi. Buluşmaya on dakika gecikti. Nahid ise henüz orada değildi. Kız yakındaki bir bankta bir demet gül gördü. Bu onun en sevdiği çiçekti.

Ancak bu çiçeklerin kime ait olduğunu kestiremedi. Etrafına, banklarda çiftler halinde oturan gençlere baktı. Arkasını döndüğünde Nahid'in karşısında durduğunu ve ona özlemle baktığını gördü. Yanakları kızardı.

- Merhaba Günal Hanım! Deminden ağacın arkasından sizi izliyorum. Gelmediğimi sandınız. Yarım saattir sizi bekliyorum.

- Geç kaldığım için özür dilerim. Günal, kız utangaçlığıyla konuştu.

Nahid banktan gül demetini alıp Günal'a verdi.

- Bunlar sizin. Gülleri çok sevdiğinizi duymuşumdur.

Kız gülümsedi ve başını eğdi. Gençlik Bahçesi'nde dolaşmaya başladılar. Nahid saf sevgiyi ve olumlu insani niteliklerini o kadar güzel anlatıyordu ki, Günal bu sesin büyüsüne kapılmış gibiydi.

Yürüyüşün ardından Nahid ona evine kadar eşlik etti. Günal, dünyanın en mutlu insanı olduğunu düşünüyordu. Nahid ayrılırken kızın ellerini avucunun içinde tuttu. Kızın ellerinin titrediğini hissetti, gözlerinin içine baktı. Bu gözler sanki bir denizi hatırlatıyordu. Bu görüntü karşısında kendini kaybeden Günal, elini Nahid'in elinden çekip hızla merdivenleri kalktı...

İşte o ulaşılmaz, akılalmaz günler Günal'in hafızasında böyle kaldı!

Günal başını kaldırdığında kendisini bir zamanlar en çok sevdiği mekan olan Gençler Bahçesinde buldu. Çınar ağacının altına geçti. Bankta oturdu. Karşısındaki bankta biri kız biri erkek iki genç tatlı tatlı konuşuyorlardı. Kız başını oğlanın göğsüne yaslamıştı.

Günal başını aşağı eğdi ve masala dönüşen yılları hatırladı...

Her gün burada buluşurlardı. Kız görüşe her seferinde kasıtlı olarak 10-15 dakika geç kalıyordu. Nahid'i bekletiyordu. Nahit buna zaten alışmıştı. Günal, Nahid'in oturduğu sıraya yaklaşıp elleriyle gözlerini kapatıyordu. Oğlan, kızın ellerini avuçlarının arasına alır ve bir süre öyle dururlardı.

Bunun üzerine Nahid garip bir sıçrayışla ayağa kalkar: Günali'ı göğsüne sıkar ve tutkulu bir aşkla kızın gözlerine bakardı. Günal'ın gözleri pınar suyu gibi şeffaftı. Nahid bu gözleri seviyordu, sonsuz bir istekle seviyordu. Bunlar Günal'ın en mutlu anlarıydı...

- Baba gel buraya, burası boş.

Günal başını kaldırdığında karşısında 5-6 yaşlarında bir erkek çocuğunun elinde bir demet gül tuttuğunu gördü.

- Teyze biz de buraya oturabilir miyiz? - çocuk nazik ve hoş bir sesle sordu.

- Neden olmasın, tabii ki oturabilirsiniz. Günal bankın sol köşesine kaydırdı kendini.

Çocuğun elindeki güller ona neleri hatırlatmadı ki? Buluştukları dakikaları, kendisinden çok sevdiği Nahid'in kendisine narin güller getirdiği, o anları bir kez daha hatırladı, hayale daldı…

- Kusura bakmayın rahatsız ettik. Günal bu sesten irkilmişi. Başını kaldırmaya korkuyordu. Bu onun sesiydi. “Hayır, belki yanılıyorum”diye düşündü.

- Elcana bak sen, teyzeyi de rahatsız etti.

Hayır, hayır, yanılmıyorum, bu o, o.

Günal ayağa kalktı. O sesi tekrar duyduğunda gitmek üzereydi.

- Hanımefendi, sizi rahatsız ettiysek gidebiliriz.

Günal kendini zar zor topladı ve başını kaldırdı.

- Hayır, ben de şimdi gidiyordum - dediğinde bakışları Elcan'ın babasına dikildi.

- Günal!? Bu sensin?

- Evet benim.

- Beni affet Gün, affet. Senin karşında suçluyum, dedi ve Elcana'a sarı döndü.

- Oğlum git çocuklarla oyna, fazla uzaklaşma.

- Baba, annemin çiçeklerine iyi bak, dedi Elcan, çiçekleri babasına uzatırken.

"Annemin çiçeklerine iyi bak" - bu sözler kızın kalbini deldi. Eğer kavuşsalardı belki şimdi onların evlatları Nahid'e bu sözleri söylerdi.

- Beni affedecek misin?

- Gerek yok Nahid, gerek yok, olan oldu, biten bitti. Sonraki pişmanlığın faydası olmaz. Acelem var, gitmeliyim.

Bahçeden ne zaman çıktığını anlamadı. İstemeden başını geri çevirdi. Gençlik Bahçesi geride kaldı. Taksi durağına gelip arabaya bindi.

- Sahile sür.

Hüzünlü anlarında da deniz kıyısına gelip bazen şiddetli, çalkantılı, bazen sakin dalgalarla konuşmayı severdi. O denizin aksanıydı. Bugün de hayatının acı anlarını yaşıyordu. Bugün de her zamanki gibi acısını dalgalara anlatıp onlardan teselli almak istiyordu.

Günal ağlıyordu... Aşkının yasını tutuyordu. Bugünkü buluşma onun hâlâ iyileşmemiş yarasını koparmıştı. Bir zamanlar hayatının aşk dolu günlerinde bu meşhur Türk şarkısını dinlemeyi çok seviyordu:

Gözyaşım şarap olsa

Gençliğim harap olsa

Her günüm azap olsa

Yine seni seveceğim.

Sonra bu şarkıyı dinlediğinde "gözyaşları şarap olur mu hiç? diye düşünürdü. Hayattaki acılar insanın başına geldiğinde, güvendiği ve aşkını koruduğu vefasız kişi tarafından terkedildiğinde gözyaşlarının gerçekten şaraba dönüştüğünü, aktığını artık düşünmüyordu.

"Gözyaşlarının olması iyi bir şey, Allah'ın insana zor anlarda ağlama ve kalbini boşaltma yeteneği vermesi iyi bir şey" diye düşündü.

Günal, bugün kaderine düşmeyen mutluluk konusunda yılan gibi kıvranıyordu. Nahid, Günal'ın saf, bencil olmayan sevgisini Bakan kürsüsüne, pahalı arabasına ve evlendiği kızın parasına takas etmişti. Ve şimdi "beni affet Gün" diyordu.

Bu ihanet affedilebilir mi? Asla, asla!

Kız sakinleşemiyordu. Tadından doyamadığı, bir gün mutlu olacakları günlerin hayalini kurduğu yarım kalan aşkının acısıyla kavrula kavrula denizin mavi dalgalarına bakarak ağlıyordu.

HALİDE HALİD