HALİDE HALİD YEPYENİ BİR ÖYKÜ İLE ÇINARALTI SAYFALARINDA: "VAĞZALI ÇALIYORDU"
VAĞZALI ÇALIYORDU...*
Bahçede çalınan “Vağzalı” müziği annenin kalbini sanki yerinden koparacaktı...
O kızının gelin olduğuna seviniyor, içinden kızına mutluluklar diliyordu.
O, bu güzel günde üzgün olmayacağına söz verse de, kendini tutamıyordu. Üzgün olduğu zamanlarda hayale dalar, çok erken kaybettiği kocası Halil’le muhabbet ederdi.
Bugün de sevgili Halil’i onunlaydı.
"Ferganem, kendine gel. Olmaya gücünü kaybetmişsin? Bugün benim yerime de kızımıza mutluluk dilemek sana düşer. Senin şu mutsuz halin Yadigar’ın yüreğini parçalar. Sen onun nasıl hassas biri olduğunu iyi biliyorsun"
O gün Fergane Hanımı her kes tebrik etmek için gelmişti. Her kesin yüzünde tebessüm vardı.
-Güzel kızımıza mutluluklar dileriz.
-Cana yakın çocuktur, mutlu günler yaşasın.
-Kaderi annesinin kaderine benzemesin, bir yastıkta kocasınlar.
Anne bu dilekleri duydukça içi ferahlıyordu. Zamansız kaybettiği Halil’inin adına layık büyütmüştü kızını. Verdiği çabalar boşa gitmemişti.
Anne için bundan büyük mutluluk olabilir miydi?
Kızı üniversitede okuyordu. Şimdi de telli duvaklı gelin oluyordu.
Bahçede müzisyenler çalıyor, gençler dans ediyor, ihtiyar adamlar, yaşlı karılar gençlik yıllarını anıp, başlarını usulce sallayarak elin bu adetinin güzelliğinden bahsediyorlardı.
Ağır ağır çalıyordu Vağzalı. Akordiyonun siyah-beyaz dilleri sanki nale çekiyordu.
-Fergane’yi sesleyin gelsin, kızı ile görüşüp hayır dua versin, diye içeriden biri seslendi.
Fergane sesten irkildi. Kadın titriyor, kendini bir türlü toparlayamıyordu.
Halil’in hayali yine onun yardımına koştu:
-Ferganem! Nedir senin bu endişen? Sana el arasında dik dur demedim mi? Git hadi, seni bekliyorlar. Önce sen git kızımıza hayır dua ver, sonra Adil’i çağır. Neden susuyorsun? Yoksa babamın sana kırılacağını mı düşünüyorsun? Asla kırılmaz, kırılmaya hakkı yok, çünkü evladımızın tüm zahmetini sen ve Adil çektiniz. Adil sanki peygamber gömleği giymiş. Onun gibi insanlar Yer yüzüne tek tek gelir.
Allah ondan razı olsun, kızımızı kendi evladı gibi sevdi büyüttü. Önce Adil’e seslen gelsin kızıyla görüşsün, sonra babamı çağırırsın. Kardeşim Rauf da gelmiş. Beklemiyordum.
-Halil, ben Rauf’a bakamıyorum. Ona baktığımda seni görüyormuş gibi hiss ediyorum kendimi. Sanki bir elmayı ikiye bölmüşler. Sana çok benziyor. Canımın içi, kendimle baş edemiyorum. Senin de bugün burada olmanı, kızımızı birlikte kocasının evine uğurlamamızı öyle çok istiyorum ki. Neden Tanrı bugünü görmeyi sana nasip etmedi?
- Allah’ın takdiri. Ben zaten cismen sizden ayrılmışım, ruhen her zaman yanınızdayım. Tamam daha durma, git, insanları bekletme.
-Fergane, nerede kaldın? Gelir misin? Damadı, yeni akrabaları çok hasrette bırakma.
Fergane tereddütle yürümeye başladı. Ayakları yere çiviyle çakılmış gibi zorlanıyordu.
O sanki iki kütük parçasını arkasından çekiyordu. İki adımlık mesafe ona sonsuz gözüküyordu.Yadigar annesinin boynuna sarılıp hüngür hüngür ağlıyor, anne bu göz yaşlarına zorla katlanıyordu. Kız baba evinden ayrılıp eş evine giderken ağladıklarında, yaşlılarımız buna mutluluk göz yaşlarıdır derler. Maalesef Yadigar’ın göz yaşları bunu demiyordu.
Aksine yüreği taş olanlar bile bu anne kızın ayrılığına sakin bakamıyor, sessizce göz yaşı akıtıyorlardı.
Yadigar Adil’in onun üvey babası olduğunu 16 yaşında öğrenmişti. Annesinin günlüğünü bulduğu gün okudukça dünyası kararmıştı.
Şu günlük olmasaydı belki de Yadigar bir ömür gerçeği öğrenemeyecekti.
Adil ise Yadigar’a kendi çocuklarından daha çok sevgi gösteriyor, ona üveylik hissettirmiyordu.
Yadigar’ın her isteği onun için kanundu. Adam sanki bu çocukla nefes alıyordu. O gün köşede bahçenin duvarına yaslanarak hüngür hüngür ağlıyordu Adil.
Kızının mutluluğu için canından geçmeye hazırdı. Yadigar’ın 4 yaşı vardı, onlar evlendiklerinde.
Fergane Halil’den sonra bir daha evlenmeyeceğine, kızını üvey baba umuduna bırakmayacağına yemin etmişti. Ama Yadigar’ın hergün kreşten döndüğünde ona yönlendirdiği şu sorular onu yeminini bozmaya zorladı:
“Anne benim babam ne zaman gelecek? Anne her kesin babası onu almaya geliyor neden benim babam gelmiyor? Ona mektup yazsak çabuk dönse, olmaz mı?”
Ona evlilik teklifinde bulunanlar çok olsa da, kadın bir türlü kimseyle hayatını birleştirmek istemiyordu.
Evleneceği kişinin Yadigar’a gerçek baba sevgisi verememesinden, evladının kalbinin kırılmasından korkuyordu.
Yadigar’ın ilk kez “anne benim babam nerde, neden gelmiyor?” sorusunu sorduğunda kadın ne cevap vereceğini şaşırmıştı.
Yadigar bu olanları bulduğu günlükten öğrenmişti. Bütün öğrendiklerine rağmen onun Adile karşı sevgisi tırnak ucu kadar eksilmemişti. Aksine ona daha da çok bağlanmıştı, Adil onun için sanki kutsal bir varlığa dönüşmüştü…
Okulda sınıf arkadaşları, mahallede yaşayan çocuklar ona haset ederlerdi böyle bir babaya sahip olduğu için.
Adil onun hiçbir isteğine hayır dememişti. Onun için dünyadaki üvey babalardan kendisine armağan edilmiş en değerlisiydi.
Ondaki yufka yürek, içten gelen babalık sevgisi Yadigar için en zengin hazine idi.
Adil babası Yüce Yaradanın ona en güzel hediyesi idi.
Anne kızını ovundurmak istiyordu. Lakin Yadigar bu teselliden daha da üzülüyordu. Herkes eğer müdahil olmazlarsa, şu anne kız uğurlanmasının uzun süreceğini iyi biliyordu.
Az sonra Adil onlara yaklaştı, Yadigar Adil’in boynuna sarılıp “Baba, ben seni çok özlerim. Bana hakkını helal et” diye feryat kopardı.
Onları ayırmak o kadar da kolay olmadı. Oradaki insanlar bu sahneyi gözyaşları ile seyrediyorlardı.
Kasım dede gelini Fergane’ye yaklaşıp : “Kızım, damadın akrabalarını intizarda bıraktınız, kızımızı yolcu etmek zorundayız. Vakit geç oldu.”
Fergane Adil’e yaklaşıp “artık vakit geldi, vedalaş” dedi. Yadigar’ı Adil’den zorla ayırdılar. Kasım dede göz yaşları içerisinde torununun alnından öptü ve dedi:
-Git kızım, her zaman mutlu mesut ol. Kademlerin hayırlı olsun, bir yastıkta kocayın.
Göz yaşlarıyla baş başa kalan Adil’in benzi sanki bir anda kararmış, boğazı düğümlenmişti. O kendini toparlamaya çalışıyordu.
Akrabalar, tanıdıklar, dostlar tek tek gelip Yadigar’la vedalaşıyorlardı. Dışarı çıkan her kesin göz yaşları yanaklarından akıyordu.
Kızlar, gelinler Yadigar’ı araya alıp “Vağzalı”nın hazin eşliğinde zevkle süslenmiş gelin arabasına götürdüler. Herkes düğün salonuna gidecek arabalara oturdu. Araba kervanı yola koyuldu. Konum komşu arabaların peşinden su atıyor, Yadigar’a mutluluklar diliyorlardı.
Kasım dede gelinine yaklaşıp onu alnından öptü ve “kızım Yadigar’la çektiğin tüm eziyetlerin için çok sağ ol. Oğlumun adına layık evlat büyütmüşsün. Her şey için sana minnettarım.”
Kasım dede konuşuyor, Fergane ise yine de Halil’in hayali ile muhabbet ediyordu:
“-Bana neden böyle bakıyorsun Halil?
-Yine ağlıyorsun sanırım.
-Yok canım, içim parçalansa bile Yadigar’ımın peşinden ağlamam.
-Meleğim, neden babam seninle konuşurken her defasında yere bakıyorsun? Ona kırgın mısın?
-Yok, yok sevdiğim! Ben kimseye değil kendi kaderime kırgınım. Biliyor musun bugün senin de babanla yan yana durmanı çok isterdim. Sen onu çok seviyordun.”
-Doğrudur, çok severdim. Hem babam, hem annem gibi.
-Allah’ını seviyorsan Halil beni üzme. Son zamanlar çok kötü huy edindim. Her şeyin derinine iniyorum. Kalbim daha çok inciniyor. Her laf çok çabuk dokunuyor kalbime.
-Sevdiğim, senin kalbin her zaman hassastı zaten. Hatırlıyor musun seninle az soğuk konuştuğumda hemen küserdin, ama hissettirmezdin. Ben de bunu anlar ve çabucak gönlünü almaya çalışırdım.”
Kasım dede de, Adil de Fergane’nin yine hayallere daldığını görüyorlardı. Fergane onun büyük oğlunun karısı idi. Zamansız ölüm önce karısı Zehra’yı, sonra ise oğlunu elinden almıştı.
Halil’le Fergane üç aylık evlilerdi. Fergane anne, Halil ise baba olacaktı. Maalesef zamansız ecel Halil’i bu mutluluktan mahrum etti. Evlendiklerinin üçüncü ayında beklenmeyen kaza sonucunda Halil hayatını kaybetti.
Dostunun doğum gününe katılan Halil onların bahçelerindeki incir ağacına çıkmış, arkadaşlarına meyve toplamak istemişti.
Fazla yüksek olmayan ağacın dalı aniden kopmuş Halil düşmüştü.
Onu acil hastaneye yetiştirmelerine rağmen hayatını kurtarmak mümkün olmamıştı. Böylece Halil dostlarına incir ikram etmeden ve babalık duygusunun zevkini tatmadan dünyadan göçmüştü.
Yadigar onun ölümünden bir kaç ay sonra doğdu. Dokuz ay beklemeden…
Bebek sanki annesinin karnındayken babasız doğacağını his etmişti. Acı hıçkırıklarla dünyaya göz açtı Yadigar.
Bu hıçkırıklar onun arkadaşı oldu. Yalnız kaldığında kendi odasına çekilir, uzun yıllar sonra annesinin günlüğünün arasında bulduğu babasının fotoğrafına bakar, hıçkırıklara boğulur, kendisine çok benzeyen o yüzü öpücüklere boğardı.
“Allah’ım sana yalvarıyorum, Yadigar’ıma bir daha acı göz yaşları yaşatma. Yüreği yaralıdır evladımın. Onu mutlu et. Ben Halil’imle mutlu olmadım, hiç olmazsa kızım taraftan bana acı yaşatma” diye Fergane sanki kafeste çırpınan kuş gibi odada volta atıp durdu. Herkes evine gitmişti.
Adil bahçede karadut ağacına yaslanarak sessizce ağlıyordu. Kendi evlatlarından ayırmadığı, canından çok sevdiği Yadigar’ı başka bir aileye, başka bir ocağa gelin olarak gidiyordu. Adil çok endişeliydi. Kendisi bu endişenin nedenini anlamak istese de bir türlü içinden çıkamıyordu.
“Ya Rabbim, Yadigar’ımı yeni ocağında pişman etme. Bana da güç ver, kuvvet ver bu ayrılığa katlanabileyim. İçimdeki bu endişeyi yok et, sana yalvarıyorum, Allah’ım.
Kızıma mutluluk, huzur dolu aile nasıp et. Bu nedir böyle canımı sıkan, neden bu kadar endişeliyim, neden bu kadar kalbim acıyor?”
Adil sanki kızının başına geleceklerini önceden sezmişti. Bu evlilik onun yüreyince değildi.
Damat Fergane’nin akrabasının oğluydu. O aileyi Fergane’yle evlendikleri günden Adil’in gözü pek tutmamıştı. Ama kaderde gözünün nuru olan Yadigar’ını o eve gelin göndermek de varmış demek ki…
Fergane camın önüne yaklaştı. Aklı yine geçmişe daldı. Kendini toparlamaya çalışsa da beceremiyordu. Annenin de içinde garip haller vardı.
Bakışları camdan ötesine takıldı…
Uzakta ise acı anıların arkasında “Vağzalı” çalıyordu…
*Vağzalı-Azerbaycan’da kızlar baba evinden gelin giderken çalınan müzik.
HALİDE HALİD