HAKAN KOÇAR'DAN KISA ÖYKÜ: "KIŞ ATEŞİ"


KIŞ ATEŞİ
Hiçbir kış insanın kışı kadar soğuk değildir. Hiçbir ateş insanın yüreğini yakan ateşten daha kuvvetli değildir. Bunu en iyi Leyla biliyordu. Soğuk bir Aralık gecesi, boynunda eski bir atkının yetersiz sıcaklığıyla dolanırken, gökyüzünden inen beyaz örtünün altında yalnızlığını saklamaya çalışıyordu. Şehir, karın huzur veren sessizliğiyle uykuya dalmış gibiydi, ama Leyla’nın içindeki fırtına hiçbir zaman dinmemişti.
Bundan tam bir yıl önce, aynı sokakta; sevdiği adam Kerem, ona veda etmişti. O gün de böyle soğuk bir kış günüydü. Kar taneleri saçlarına düşerken, "Beni anlamıyorsun, Leyla" demişti Kerem. "Ben kendi yolumu çizmek zorundayım." Ardından gelen sessizlik, Leyla’nın kalbine işleyen en acı sözlerden daha yakıcı olmuştu.
O günden sonra Leyla'nın yüreğinde sönmeyen bir ateş yanmaya başlamıştı. Dışarıdan bakıldığında güçlü, neşeli bir kadın gibi görünse de geceleri kendi kışıyla yüzleşirdi. Çocukluğunda öğrendiği eski bir masalda, kalbindeki ateşi söndürebilenlerin yalnızca "gerçek dostlar" olduğu anlatılırdı. Ama dost dediği herkes, birer birer hayatın başka köşelerine savrulmuştu.
O soğuk Aralık gecesinde, Leyla aynı karanlık sokakta yürürken bir ışık gördü. Sokağın uzak köşesinde bekleyen başka bir yalnız insan... Yaşlı bir adamdı bu. Eski bir battaniyeye sarılmış, çer çöpten yakabildiği küçücük ateşin zayıf alevinde ellerini ısıtmaya çalışıyordu. Leyla'nın adımları yavaşladı. Ona yardım etmeli miydi? Kalbinde bir çatışma başladı. Bu kış yalnızca onun değildi. Başkaları da kendi soğuklarında üşüyordu.
“Üşüyorsunuz,” dedi Leyla, adamın yanına yaklaşıp diz çökerek. Cebinden eldivenlerini çıkardı ve yaşlı adamın ellerine uzattı. “Bunları giyin.”
Adam önce şaşırdı, sonra başını salladı. “Kendi kışından çalınmış bir sıcaklık gibi,” dedi usulca. “Bu, bir insanın verebileceği en büyük hediye.” Leyla duraksadı. Adamın gözleri derin, ama sözleri daha da derindi. O an anlamıştı ki, bazen başkalarının kışlarını ısıtarak, kendi içindeki soğuğu da dindirebilirdi.
O gece Leyla, içindeki ateşin ilk kez yakıcı değil, ısıtıcı olduğunu ve hiçbir kışın bir insanın merhameti kadar güçlü olmadığını hissetmişti.
Kar altında kalan şehir soğuk sessizliğiyle üşütmeye devam ediyordu. Ama Leyla için yepyeni bir bahar başlamıştı.
Leyla'nın içindeki ateş, Kerem’i hatırladıkça biraz daha alevleniyordu. Onu tanıdığı ilk günler, her dakika aklındaydı. Kerem, her zaman olduğu gibi, hafifçe gülümseyerek uzatmıştı elini. "Merhaba, ben Kerem," demişti. Sesi ne fazla yumuşak ne de soğuktu, tam kararında. O sesi duyan biri, Kerem'in insanları kendine çekmekte doğuştan yetenekli olduğunu hemen anlayabilirdi.
Kerem, kitaplardan bahsetmeyi severdi. Leyla’ya göre kelimelerle büyü yapabilen biriydi o. Bir keresinde, "Hayat bir hikaye gibi," demişti Kerem, gözlerini ufka dikip. "Bazı hikayeler kısa, bazıları uzun. Ama en önemlisi, o hikayenin kimlerle yazıldığıdır."
O hikaye, bir süre Leyla ve Kerem’in birlikte yazdığı bir masal gibiydi. Kışın en soğuk günlerinde bile Kerem, Leyla’nın hayatına baharı getirmişti.
Onun kahkahası, Leyla’nın içinde yıllardır sessiz kalan çocukluğunu uyandırmıştı. Küçük, önemsiz anlarda bile Kerem’in varlığı her şeyi anlamlı kılmıştı.
Ama Kerem’in gözlerinde her zaman uzak bir diyarın çağrısı vardı. Özgürlüğü seven biriydi, kök salmaktan korkan bir rüzgar gibi. Leyla bunu fark ettiğinde, çok geçti. Onu kaybetmek istemiyordu ama Kerem, olduğu kişi olmaktan asla vazgeçmeyecek kadar inatçıydı.
“Leyla,” demişti ayrıldıkları gün, sesi hâlâ Leyla’nın kulağında yankılanıyordu. “Beni tutmaya çalışıyorsun, anlıyorum. Ama ben böyle bir hayat için yaratılmadım. Sana bir hayat borçlu değilim. Kendime borçluyum.”
O sözler, Leyla’nın kalbine bir bıçak gibi saplanmıştı. Kerem gitmişti, ama onun yokluğu Leyla’nın her anına eşlik ediyordu. Ne bir açıklama, ne de bir veda. Sadece soğuk bir sessizlik…
Şimdi, karların arasında titreyen o yaşlı adamla karşılaştıktan sonra, Leyla ilk kez Kerem’i hatırladığında kalbinin biraz daha hafiflediğini fark etti. Onun gitmesi, Leyla’ya yalnızlığı öğretmişti ama bu yalnızlık, başka bir anlam taşımaya başlamıştı.
Kerem şimdi neredeydi? Yeni bir şehirde, yeni bir hikaye mi yazıyordu? Belki de hala aynı rüzgarın peşindeydi. Ama Leyla, artık o hikayenin bir parçası olmasa da, Kerem’in ona kattığı anıları kabullenmeyi öğreniyordu.
Ve belki bir gün, Kerem geri dönse bile, Leyla’nın kışı artık eskisi kadar soğuk olmayacaktı. Çünkü kendi ateşini, başkalarının kışlarını ısıtmakla yeniden bulacaktı…
HAKAN KOÇAR