HAKAN KOÇAR'DAN BİR KISA ÖYKÜ: "SARDUNYALAR"

SARDUNYALAR

Böyle olmamalıydı... Beni bıraktığın yerde, beni bıraktığın zamanda, beni bıraktığın acıyla yaşamamalıydım. Özlemim hüznünle yoğrulup, seninle geçmesi gereken yıllarımızı yok etmemeliydi...

Her şey o sabahın sessizliğinde başlamıştı... Şehir yeni güne ağır ağır uyanıyor, sokaklardan geçen insanların aceleci adımları kaldırımlarda yankılanıyor, kuşlar güneşle birlikte şarkılarını söylüyordu. Ama benim dünyam, o sabahın ilk ışığıyla kararmıştı.

Sen gittin… Sen gittin ve ben zaman durdu sandım. Evet, benim için zaman durmuştu artık. Saatler ilerliyor gibi görünse de saniyelerin ağırlığı ömrümden hep bir şeyler koparıyordu. Çok sevdiğin bahçemizdeki sardunyalar bile solmuştu bir süre sonra. Senin ellerinle diktiğin o çiçekler, yokluğuna dayanamamıştı. Onlara su vermeyi denedim, konuştum, hatta senin sevdiğin müzikleri çaldım, ama olmuyordu. O güzelim sardunyalar sana öylesine alışmışlar ki, benim varlığım onlara yetmiyordu.

Bir gün, odamda otururken eski defterlere rastladım. Birlikte yaptığımız planlar, hayaller, çocuklarımızın isimleri, deftere yapıştırdığımız fotoğraflarımız... Her satırında bir hatıra, her kelimesinde bir eksiklik vardı. "Şu bahçenin köşesine büyükçe bir kütüphane yapacağız" diyordun, "Çocuklar özgürce kitap okuyacak". Sen gittikten sonra ben o kütüphaneyi yapmaya çalıştım ama sıradan bir dört duvar olmaktan öteye gidemedi. Benim yapabildiğim senin ruhunu taşıyamadı hiçbir zaman.

Bir akşamüzeri, çok sevdiğin bahçemizde oturmuş mavi giysisini kırmızıyla değiştiren gökyüzüne bakıp yine seni düşünürken, gözlerim göğün renklerine takılıverdi. O an anladım ki, günbatımlarının o büyülü rengi sensiz değişmiyor. Seninle birlikte izleyemiyor olsam da, hep seni hatırlatıyor; içimde yanan özlem, bazen bir teselliye dönüşüyordu.

Bir mektup yazmaya karar verdim. Biliyorum, o mektubu sen asla okuyamayacaksın ama yazmam gerekiyordu. Çünkü o kelimeler benim içimde kalırsa, daha da ağırlaşacaktı. Ağırlaşacak ve bir kurşun gibi yüreğime saplanıp paramparça edecekti.

Şöyle yazdım:

"Sevgilim,

Zaman bizden çaldı, bunu kabul ediyorum. Ama bil ki, ne kadar zaman geçerse geçsin, seni büyük bir aşkla sevmeye devam edeceğim. Her sabah, güneşi seninle selamlayıp, her gece yıldızlara senin adını fısıldayacağım. Belki bir gün, bir yerlerde, zamanın bütün bu oyunlarından özgür olacağız. O zaman, eksik kalan bütün anları doldurup, yarım kalan hikayemizi yeniden yazacağız."

Mektubu bitirdiğimde bir hafiflik hissetmiştim. Sardunyalara baktım. O solgun yapraklar arasından yeni bir filiz kendini göstermeye başlamıştı. Belki de şimdi, yeniden başlamalıydım. Sadece sardunyalar için değil, kendim için de.

O günün akşamı yeni bir rutin oluşturdum. Sabah uyandığımda ilk işim sardunyalara bakmak oldu. Onlara sadece su değil, umut da verdim. Onlarla sohbetler edip, şarkılar söyledim. Gün içinde eski defterleri karıştırırken, büyük kütüphane hayalini yeniden düşünmeye başladım. Belki bu kez başka bir yol bulabilirdim.

Birkaç gün sonra, bir grup çocuğun sokağımızda neşeyle oynadıklarını fark ettim. Şimdiye kadar bu çocukları neden fark edemediğime hayıflandım. Sonra onlarla kütüphane işini gerçekleştirebileceğimi düşündüm. Birkaç gün içinde bahçede, evimizin hemen dibinde onlara kitap okuyabileceğim bir çardak oluşturup, bir de kitaplık yaptım. Küçük de olsa bir başlangıçtı bu. Kek ve meyve suyu hazırlayıp çocukları bahçemize davet ettim. Onlar ikram ettiklerimi yerken fikrimi anlattım. O kadar hoşlarına gitti ki başka arkadaşlarını da davet edip edemeyeceklerini sordular. Sardunyaların hemen yanına yerleştirdiğim bu çardakta çocuklara hikayeler paylaştıkça, yeniden canlandığımı hissediyordum.

Ama bir akşamüzeri, sardunyaları sularken birden durdum. Ellerim titriyordu. Gökyüzündeki bulutlar kararmıştı, ansızın bir yağmur yağmaya başladı. Sardunyaların arasından bir mektup düşmüş gibi hissettim. Ama hayır, gerçekte mektup falan yoktu. Bu sadece kalbimin kısık bir sesi, senin sesindi. "Devam et," diyordun bana “Devam et bir tanem”. Ama bu sesi duymak bile gözyaşlarımı tutmama yetmişti.

O akşamın ardından sardunyalar yeniden soldu. Kalbimde büyüyen umut, yerini şimdi hüznün sessizliğine bırakmıştı. Seninle başlayan her şey, seninle sona erdi. Sardunyaların solması, aslında içimdeki son filizin de kuruduğunu anlatıyordu. Artık sabahlar daha sessiz, akşamlar daha ıssızdı. Gökyüzüne her baktığımda, bir daha asla geri gelmeyecek olan günlerimizin ağırlığını hissediyordum.

Bir gün, bahçeye çıktığımda sardunyaların yanında küçük bir şeyler fark ettim. Çocuklardan biri masanın üzerine bir avuç sardunya tohumu bırakmıştı. Tahmin ediyordum kim olduğunu. Bence bu, ben hikayeler okurken gözlerini gözlerimden ayırmayan, tombul oğlan Cem’di. Ve küçük bir not iliştirmişti yanına: "Hayat yeniden başlar."

Avucumda o tohumları tutarken, içimde yepyeni bir umut kırıntısı belirdi. Ama bu sefer bir fark vardı; sardunyaları tekrar canlandırmak için çabalarken, kalbimdeki yara izlerini kabullenerek yaşamayı öğrenmem gerektiğini anlamıştım. Çünkü bazı yaralar zamanla iyileşmiyordu, onlarla yaşamayı öğrenmekse hala mümkündü.

Seni çok özlüyorum, seni çok seviyorum. Ve sardunyalarımızı büyüterek sana kavuşacağım günü bekliyorum, biliyorum ki sen de orada beni bekliyorsun. Söyle bana orada da sardunyalar var mı?..

HAKAN KOÇAR