EĞİTİMCİ, ŞAİR, YAZAR TURAN KAYIKÇI'DAN YENİ BİR ÖYKÜ: "HEDİK"

HEDİK

Güneş yavaş yavaş göründüğü yerden yeşil ormanlarla kaplı dağların arasından ışığını yansıtıyordu. Gökyüzünde katar katar göçmen kuşlar sıcak ülkelere doğru yol alıyordu. Sonbaharla birlikte doğadaki börtü, böcek, yılan, çıyan yer altındaki evlerine çekilmişti. Gecenin karanlığı zamanla kayboluyordu. Tek tük kalan yıldızlarda gökyüzünün koynunda saklanıyordu. Hava sanki kurşuni yalnızlıklara gebe… Çayırlar biçilmiş, harmanlar kaldırılmıştı. Ekim, ayında çimenlerin uçlarına konan kırağı, beyaz bir örtü gibi parlıyordu. Köyün gençleri Hazan mevsimiyle birlikte anakentlere göç hazırlığına başlıyordu.

Anam havanın serinliğinde yıkadığımız buğdayı hasırda kurutuyordu. Yanına yaklaştım:

- Ana ben ne zaman doğmuşum.

- Ola oğul öğrenirsen ne olacak?

- Hiç benimkisi meraktan.

- Her halım ekinle biçilip harman olacağı vakti doğdun oğul.

- Hangi ay

- Eylül ayı olsa gerek

- Benim kimliğimde Ocak yazıyor.

- İş güç zamanı kim şehre gidip nüfusa kaydını yapacaktı. Herkes kış hazırlığının derdinde idi. Kim düşünecek senin doğum kaydını. Elbet bir gün kaydın yapılır diye düşündü baban. Şimdi beni söze tutma bak tahıl toplanacak, akşama yemek yapılacak. Tut şu hasırın kenarından yağmur birazdan boşanacak, ıslanmadan toplayalım.

- Ana buğdaydan kavurga ve hedik yapar mısın?

- Hele bir dur! O iş uzun daha buğday dibekte dövülecek, kabuğu ayıklanacak, daha çok beklersin.

- O zaman bende elimden geleni yaparım. Buğdayı dibekte dövmek için Turgay, Şeref ve Beyzadeyi çağıracağım. Sen yeter ki bana yardımcı ol. Ana Ayşe ve Gönül’ü de sen çağırırsın. Nevin Teyzemizde unutma.

Hava soğumaya yüz tutmuş olsa da güz yağmurları henüz başlamamıştı. Tarlalarda anız yakma devam ediyordu. Harmanlardan samanlar öküz arabalarıyla taşınıyordu. Köy halkı bir taraftan da kış hazırlığı yapmaya başlanmıştı.

Göçmen kuşların sıcak memleketlere yolculuğu başlamış, börtü, böcek yer altında kışı geçirecek ev hazırlığını tamamlamıştı. Canlılar âlemi anlaşmışçasına kış yiyecek stoklarını ambarlarına yerleştirmişlerdi.

Hava silkelenmiş, bulutlar gizlenmişti. Gökyüzü mavi bir deniz gibiydi. Turgay, Beyzade, Şeref köyün ilkokulunun altında yer alan dibek taşının yanına en güzel elbiselerini giyerek ellerinde tokmak var güçleriyle buğdayı dövmek için kızların dibek sahasına gelmelerini dört gözle bekliyorlardı. Şeref ve Beyzade’nin sevdiği kızlar Ayşe ve Gönül de biraz sonra dibek sahasına geldi. Gençler tez elden buğdayı dibekte döverek eve taşıdılar.

O sırada Beyzade’nin Anası Gülhan’ım Teyze avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı:

- Ola yarıda kalacak ola! O sabah bu akşam nerede kaldın? El âlemin işine yeğinsin, kendi işine elsin. Senin yaptığın Allaha reva iş mi anam? Çabuk o tokmağı elinden bırak, doğru eve git baban bekliyor; harmandan taşınacak daha üç araba saman var. Yoksa gelir o tokmağı başında paraların çocuk!

Sevdiği kızın yanında anasının Beyzade’yi azarlaması onu derinden üzmüştü. Arkadaşları yanında başını yere eğerek:

- Tamam ana sen git ben hemen geliyorum. Babam arabayı hazırlasın beş dakikaya harmandayım.

Beyzade çaresizce boynunu bükerek içinden” ah ana gönlüm düştü bir boka oda gül gibi koka” diyerek dibek yerinden ayrıldı.

Beyzade Ayşe’ye aşık olmuş, gel gör ki Ayşe’nin bu işten haberi yoktu. Onun için tam fırsatıydı dibek taşında kıza aşkını itiraf edecekti. Ansı pişiş aşa su katıyordu.

Biraz sonra Nevin Teyzem ile Ayşe ve Gönül’ de dibek sahasına intikal ettiler.

Beyzade her tehlikeyi düşünerek dibek taşından ayrılmadan Ayşe’ye yaklaşarak:

- Ayşe uzun zamandan beri seni beğeniyor ve seviyorum. Bu güne kadar bir türlü denk gelmedi, kısmet bugüneymiş.

Yüzü pancar gibi kızaran Ayşe, neye uğradığını şaşırarak, dili, damağı tutuldu, yekten:

- Git ola Ermeni oğlu ermeni cehennem ol başımdan; şimdi babama söylerim seni.

O anda araya giren Nevin, Beyzadeyi uzaklaştırıp:

- Sen şaşırdı mı ola Herkesin içinde kızı sevdiğini söylüyorsun. Bugüne kadar bir mektup yazıp her şeyi açıklasaydın. Böyle ulu orta olmaz ki. Şimdi sen git ben onunla konuşurum.

- Nevin yemin ederim, Ayşe gece gündüz aklımdan çıkmıyor. Ne olur onunla konuş niyetim gerçekten ciddi. Onunla evlenmek istiyorum.

- Merak etme ben Ayşe ile her şeyi konuşacağım. Bak baban harmanda seni bekliyor. Adamı bekletme.

Beyzade anasından zılgıt yediği yetmiyormuş gibi, Ayşe‘den de okkalı laflar işitmesi çok zoruna gitmişti.

Nevin, Ayşe’yi bir köşeye çekerek:

- Bak Ayşe Beyzade bir evin tek oğlu. Ayrıca babasının hali vakti yerinde birisi. Allahtan daha ne istiyorsun onunla evlenirsen; kimse senin işine gücüne karışmaz, geçinip gideresiniz.

- Nevin, oğlan milletin içinde beni sevdiğini söyledi. Birisi gidip babama haber etse, o saatte beni keser. Ama Allah’ın emiri ile istemeye gelseler, babam ne derse o olur. Ben de razı olurum.

Nevin, ustalıkla iki sevdalının aralarını bulmuştu.

Şakalaşmalar ve türküler söyleyerek buğday dibek taşında hâsıl hale geldi.

Dibek işlemi bittiğinden sonra anam bizleri düşünceye sevk edecek şu sözü söyledi.

“Karakış kardan gider, zemheri aradan gider, gücük azdır, martta yazdır.”

Bir anda herkes birbirinin yüzüne bakarak anamın ne demek istediğin çözmeye çalıştı. Yarma, hedik ve kavurga olacak buğdayı çuvallara doldurarak eve getirdik.

Buğdayın bir kısmını hedik yapmak için ayırdık.

O anda anama sordum:

- Ana Ayşe nasıl bir kız? Arkadaşım Beyzade kız için karasevdaya tutulmuş.

- Uzaktan baktım her yanı hoş, yanına yaklaştım gerdanı boş.

- Ana desene ben bir kızı sevsem kim bilir, ne eksikler bulur, hangi tarihi sözleri söylersin.

- Sen bu akılla gidersen biraz zor kız bulursun.

- Ne yapayım ana senin bu bulmaca sözlerini duyan kız bana yaklaşır mı?

- Ne diyorsun şimdi bu buğdaydan hedik için ayırmayacak mısın? Ana dediğimde:

- Bok oğlum hedik dişi çıkan çocuklara yedirilir. Senin dişlerin çıkalı yıllar oluyor. O zaman ele usta eve hasta olma diyerek beni yine şaşırtmıştı. Bir yandan da leçeğinin altından gülüyordu.

- O zaman küçükken alıştırmasaydınız hedik yemeye. Üstelik ben hasta, filan değilim.

- Anlamazlığa yatma demek istiyorum ki önce kendi evin işini gör, sonra başkalarının işlerine bakarsın.

- Bundan sonra sözünden çıkmayacağım ana yeter ki bize hedik pişir.

- Beni yi dinle! Kadınlar sardunya gibidirler oğul sen nereden bileceksin, su yosunun kalleşliğini

- Nasıl yani ana

- Kadınlar güçlüdür, kışa dayanıklı zorluğa dirençli. Asla unutma ana her yere sığar, baba hiçbir yere sığmaz.

Anamın bu sözünden sonra kadınların her işi en az erkekler kadar iyi yapacağı içimde yer etti. Eğitimsizdi anam. O hayat okulunu bitirmişti, çoğu aklı evvellere taş çıkarttırdı söylediği sözlerle…

Bazen hayatın zorlukları onu bezdirirdi yaşamdan. İsteklerimiz hiç bitmezdi. Başını alıp gitmek isterdi uzak diyarlara, kanatları altına girerdim.

- Ne oldu oğul yine hedik mi istiyorsun.

- Şu hediği bir türlü yiyemedik gitti ana.

Anam sonunda dayanamadı ocağı yaktı, tencereye dibekte dövülen buğday, biraz tuz ve su koyarak ateşi yaktı. Nedense anlayamadığım bir nedenle çaya doğru yürüdü. Kardeşim Akif’le anamı takip etmeye koyulduk. Ocaktaki hediğin pişmesini Nevin Teyzeme devretmişti.

Beyaz leçeği maviliklere kanat açmış bir martı gibi kura çayına yürüdü. Kardeşimle ağlayarak bir kaplan gibi seğirtip eteklerine yapıştık. Nedense çok korkmuştuk, sanki anamız çaya atlayacak diye anlamıştık. O özlü sözlerin sahibi kadın ana bizi yalnız mı bırakacaktı. Gözlerinde şimşek çakmış gibi ağlamaklı bir sesle kardeşimle beni bir kartal gibi kucaklaması ile birlikte gözyaşlarımız bir birine karışarak sağnaklaştı. Kardeşimle bana dönerek:

- Hani ola eşek sıpaları hedik diye tutturmuştunuz neden peşimden geldiniz.

Akif tok bir sesle ünledi

- Ana biz hedik yemesek te olur. Sen yeter ki yanımızdan ayrılma…

- Hep siz mi şaka yapacaksınız eşek sıpaları, şaka nasıl yapılırmış gördünüz mü?

- Söz ana bir daha eşek şakası yapmak yok.

- Nevin Teyzeniz şimdi hediği pişirmiştir. Haydi, bakalım birlikte yiyelim.

Anamın hedik şakası bize bir daha hedik yemeyi unutturdu.

TURAN KAYIKÇI