BİR GÜLÇİN YAĞMUR AKBULUT ÖYKÜSÜ: "POSTACI"


POSTACI
Uzak trenleri, belirsiz limanları getirirdim kapalı zarfların içinde. Kayıp özneleri, şeker pembesi düşleri ulaştırırdım beyaz bir kâğıt üzerinde. Bir mühür ile ses olur, pul ile umut olurdum sisle kaplı gönüllere. Kuyulara merdiven kurar; uçurum kenarlarına duvar örerdim kalemden dökülenlerle.
İçimdeki bütün siyahi ırmaklar, maviye boyanırdı. Sabaha dönüşürdü karanlık gecelerim. Göğsümdeki yüksek cidarlar yıkılır, bin basamaklı bir merdiven kurulurdu güneşin penceresine. Görürdüm. Gözlerindeki gölgeler kaybolurdu, avuçlarımdaki nameler ile.
Kimi annem diye dökülürdü satır aralarına, kimi evlat diye haykırırdı gökyüzüne. Bazısı sus kesilirdi mutluluktan bazısı boynuma atılırdı heyecanından. Kâh ataması yapılan bir öğretmenin muştusu olurdum kâh tezkere müjdesi alan babanın ocak başındaki vuslatı.
İnsanların gözlerini ışıltılı görünce göğsümde bir şeyler kıpırdamaya başlardı. Bir güzel giydirir, iyice süslerdim ümitlerimi. Düşler serperdim pürtelaş heveslerime. Beklemeyi öğretirdi açılan mektuplar. Bugün Ayşe teyzeye gelen selen yarın belki bana uzanan köprülerde…
Eskilerden daha eski bir ünsiyet, ırakları gözlemek. Kullanılmamış günaydınlar, ötelenmiş mevsimler biriktirmek. On dört kış devirse de ömür, kırık bir aynanın bir diğer yarısını aramak. Takvimin hızına aldırış etmeden istasyonun ortasında öylece kalıvermek. Alışkanlık işte! Ulaşmayan bir mektubu gelmeyen bir kuşun özgürlüğüyle beklemek.
Bir güz gününde bir ikindi vakti... Koca bir ormanı yakarak binmiştin o uçağa. Dönecektin. Dönene kadar mektuplar gönderecektin. Dönmedin. Hiç mektup göndermedin. Bir kış kalacaktın. On dört kışı tükettin. Annenin ameliyat parasını toplayacaktın Almanya’da. Anneni ameliyat ettirmedin. Gittiğin yılın sonbaharında cenazesine gittim annenin. Bütün hayallerimi cüce bıraktın Vera.
Küfe küfe mektup dağıttım. Dağıttığım zarfların içindeki bir zarfın kendi ismimle mühürlenmiş olma ihtimaline bel bağladım hep. Sana yorumladım adressiz olanlarını. Gözleri görmüyordu Veli dayının. Onun mektubunu okurken satır aralarında kendi haykırışlarımı aradım. Oğlundan her haber getirdiğinde Fadime ninenin bir dilim keki bir bardak çayıyla senin gözlerinde demlendim Vera.
Uydurma mektuplar yazdım komşu Hüseyin amcanın torununa. Tıpkı Kafka gibi. Ya da ben uydurdum bütün bunları senin yokluğunda. Annesi ölmüştü yumurcağın. Babası da senin gibi hercai... Çalışmak için gittiği gurbetten ne ses gelmişti ne de bir seda... Ben büyüktüm. Onun körpe yüreği dayanamazdı unutulmuşluğa. Hüseyin amca söyledi ben yazdım. Ben yazdım Hüseyin amca ağladı Vera.
Uzun adımlar attı ayaklarım. Işıksız yüreklere pencere oldum karınca kararınca. Bile isteye olmasa damladı belirsiz hüzünler, payladım ara sıra. Dağılan hayatlara şahit oldum iki kapak arası beyaz bir sayfayla. İncecik bir yalnızlık gibi kabuğuma çekildim o zamanlarda. Sevmedim kötü haberin atlasını ellerimle yaşamlara sermeyi.
Dağıtım yaparken çalıntı kalabalıklarda dolaştım. Dur diyen iç sesime, tıka basa koşarak cevap verdim. Duramazdım. Bir babanın umudu, gelinlik kızın evliliğe göç tutkusuydu benim taşıdıklarım. Coşkusunu yitirmiş bir denizin yeniden dalgalanmasına, yağmura kapısını kapatan toprağın sürgüsünün açılmasına sebepti sırtımda yüklendiklerim.
Geçmişin rüzgârına koyduğun virgül, geleceğin postanesini mesken tutmama sebep oldu. Virgül yerine nokta olmalıydı kullandığın imla işareti. Keşke incitseydin beni. İncinmek çok daha iyidir belirsizlik poyrazından. Kırılmış cama dönüştü beklediğim posta arabası. Koparılmış bir dil, şimdi sende yitirdiğim bütün mektuplar.
Kayıp mektuplar, kara bir mühür gibi çürütüyor insanın ruhunu. Güneş eski parıltısıyla ışıldamasa da hâlâ bütünüyle kaybetmedi aydınlığını. Döküp saçtığım savalardan birisi elbet bir gün dönecektir bana yönünü. Mutlak konacaktır omuzlarıma yaralı bir posta güvercini. O zaman sobeler belki yüzümdeki çizgiler, çevirdiğim defter yaprağı kaybettiğim yılları.
Son birkaç yıldır sakinledi içimdeki tufan. Yaş ilerledikçe alışıyor kendisiyle baş başa kalmaya insanoğlu. Her pazartesi gelen mektupları ayırırken artık kalbim çarpmıyor mesela. Titremiyor elim ayağıyım; buz kesmiyor azalarım. Onun yerine sana rastlayacakmışım gibi uzunca bakıyorum mektupların gönderen bölümüne.
Bu günün tarihini bir yerlere kazımalı. Sol yanımda sahibini arayan bir mektup duyarlılığı. Gönderen bölümüne baka kalıyor gözlerim. Ne bir isim ne de bir adres tutanağı. Alıcı bölümünde benim adım, soyadım. Titrek ellerle açıyorum zarfın kapağını. İçinde mektup yok. Yalnızca bir fotoğraf... Mutlu bir aile tablosu fotoğrafı... Vera, eşi ve üç çocuğu.
GÜLÇİN YAĞMUR AKBULUT