ARAŞTIRMACI YAZAR HALİDE HALİD YAZDI : "GÖKYÜZÜNDE KALAN İZ"

Önce Vatan Serisi
SİPERDE DOĞAN EBEDİLİK/ Halide HALİD

ŞEHİT – sadece bir isim değil, kutsallıktır. O, vatanın kalbinde ebedi yanan alev, toprakta büyüyen gurur, özgürlük için çırpınan kalptir.
ŞEHİTLİK – insanın yükseldiği en yüksek zirve, vicdanın susmadığı, korkunun yenemediği, gururun sessizlikte bile konuştuğu secde yeridir.
Bu yazıda sizlere sunduğum kahraman, Jandarma Üsteğmen Gökhan Korkut da o kutsal seslerden yükselen haykırıdır.
Onun hayatı sadece geçilmiş bir yol değil, sevgi, azim ve milletin hafızasında yaşayan bir kahramanlık destanıdır.
Vatan onunla gurur duydu, toprak onu bağrına bastı, millet onu unutmadı…

ŞEHİT annesinin oğul hasreti…
Gökhan’ım, 1985 yılı, 24 Temmuz saat 10:45’te dünyaya gözünü açtı.
Bu anı asla unutmayacağım. O doğduğunda benim sadece 19 yaşım vardı.
İlk göz ağrımızdı. Babası o gün işteydi, hastaneye bizi onsuz götürdüler. Sabah izin alıp geldi.
O kadar yakışıklı, o kadar sevimli bir bebekti ki, Gökhan’ım…
Büyüdükçe ailemizin sonsuz sevgisi ile sarmalandı.
Merhametli, koruyucu, mert, kalbi sevgi dolu bir çocuktu. Öğretmenleri de onu çok severlerdi.
Her zaman kendi hakkını korurdu, hiç kimsenin onun hakkını çiğnemesine izin vermezdi.
Ortaokul yıllarında asker olma arzusunu gizlemiyordu.
Doğrusu, ben onun asker olmasını istemiyordum. Ama onun ısrarı karşısında itirazım güçsüz kaldı.
Üç kez belgeleri geri verilse de, inadından vazgeçmedi. Dördüncü denemesinde arzusuna ulaştı.
Bu yola çıkan beş arkadaştan sadece Gökhan’ım liseye kabul oldu, askeri yolu seçti.
Antalya Anadolu Lisesi’ne kabul edilse da, vazgeçti.
Sevdiği kızdan ayrıldığını söylediği gün sanki kalbimden bir parça koptu. Onun ailesi Gökhan’ın bu seçimi ile barışamadı.
Yiğidim ise Vatan yolunu seçti. Onlar bu yolun kutsallığını anlamadılar.
Bir gün eve gelip “Anacım, onu unuttum,” dedi.
Ama sesindeki acıyı, kalbindeki sarsıntıyı hissedebiliyordum.
Onun için başka bir kız seçtik.
Nişan gününde bana:
“Ana, seninle biraz gezmeye çıkmak istiyorum, belki bir daha beraber gezemedik…” dedi.
Sanki biliyordu, bu bizim son gezintimiz olacak...
Şimdi onun odasına girdiğimde duvarlardan bana bakan gözlerini, yüzümde nefesini hissediyorum.
Telefon görüşmelerinde sesini duyacağıma inanıyorum.
Ne yazık ki, şimdi yalnızca dualarımla, fiziksel yokluğundaki hasretimle onu kucaklıyorum...

ŞEHİT babası Veli Bey’in gördüğü rüya...
Her şey o rüyayla başladı...
Bir cuma gecesi Veli Bey garip bir rüya gördü.
Evlerinin avlusunda kalabalık vardı – insanların yüzünde heyecan, havada sessizlik...
Uyandığında kalbine garip bir ağrı çöktü. Sabah erkenden oğlunu aradı:
– Oğlum, nasılsın?
– Harikayım, baba. Her şey yolunda, merak etme.

Gökhan, Hakkari’de Özel Harekat Taburunda bölük komutanı idi.
Tayinini kendisi istemişti – “Vatan için” diyerek en zor bölgeye gönüllü gitmişti.

Ama o rüyanın sessizliği uzun sürmedi...
Ertesi gün kapı çalındı. Veli Bey titreyen adımlarla kapıya yöneldi.
Kapıyı açtığında karşısında duran Yarbayın dudaklarından çıkan sözler dünyasını yıktı:
– Başınız sağ olsun. Oğlunuz ŞEHİT oldu...

Bayıldı. Uyandığında sağlık görevlileri başına toplanmıştı.

Etrafında eşinin ve çocuklarının hıçkırıklarını duydu.
Ertesi gün komutanlar ona Gökhan’ın nerede defnedileceğini sorduklarında:
“ŞEHİTLER Mezarlığında...” dedi.

Gökhan, otuz bin insanın duaları ve gözyaşlarıyla toprağa verildi.
Veli Bey bu sözün anlamını oğlunun şehadetinden sonra daha derinden anladı:
“Ateş düştüğü yeri yakar...”

Mustafa Korkut’un kardeş hasreti…
“Gökhan benim sadece kardeşim değildi, o benim idealimdi” diyor Mustafa.
Çocuklukta sürekli onun arkasından giderdim. Mahallede kim zor duruma düşerse, hemen yardıma koşardı.
Hem koruyucum, hem de oyunlarımızın tadı, lezzeti. O zamanlar kahraman değildi, ama kahramanlık onun içindeydi...

14 yaşında askeri liseye gitti. Onun ayrılığı benden sanki bir can alıyordu. Ama biliyordum – onun yolu başkaydı. O bu yola yalnız çıkmıştı.

Son kez sahilde birlikte yürüdük. Dalga sesleri, sessizliğin içinde Gökhan’ın varlığı…
Şimdi o sahile tek gidiyorum. Ama her adımımda sanki o da var, nefesi ruhumda, gülüşü kulaklarımda yaşıyor.

En çok içimi acıtan Hakkari’ye gittiğinde onun yanına gidememem oldu. Terör vardı, çok tehlikeliydi. Seyahatim gerçekleşmedi.

“ŞEHİTLER ölmez!” – bu söz boşuna söylenmemiş. Onun her an bizimle olduğuna, yine de bizi düşündüğüne eminim.

Gökhan sadece kardeş değil, yüzlerce askerin dayandığı bir dağ, onların içinde atan ikinci bir kalptir.
O sadece bir subay değildi – sessizliğin içinde yol gösteren bir ses idi...

Ona biz “komutan” dedik, o bize “kardeş” oldu…
(Silah arkadaşı Nazim Şana)
Gökhan’la 13 yıl aynı yolu paylaştık. Her anı hafızamıza yazılmış bir roman gibiydi- suskunluğu da konuşuyordu, bakışları da.
Asabi derlerdi. Aslında bu, onun sorumluluk duygusundan doğan bir gerginlikti. Neyi nasıl yapacağını iyi bilirdi.
“Olmaz” kelimesi onun sözlüğünde yoktu. Onun yanında olmak tehlikenin ortasında bile kendini güvende hissetmek demekti.
Bir keresinde Hakkari’de, düşmanın mevzisini göstermek için toprağın üzerine bıçakla sessizce bir kroki çizdi. Ardından başını kaldırıp gözlerini bize dikti:
“Hazır mısınız?”
O bakış korkusuz, inanç dolu, sarsılmazdı. O bakış hâlâ gözümün önünde...
Biz siperleri, karanlıkları, karın içindeki sessizliği paylaştık.
Onunla çalışmak sadece emirlere itaat etmek değildi, bir inancın, bir ruhun birlikte taşınmasıydı.
ŞEHİT olduğu gün içimizde sanki bir şey koptu.
Ama son sözleri, o anki davranışı onu bir daha bize tanıttı:
“Beni burada bırakın. Koruyucu ateş açın. Düşmanı imha edin.”
O, ağır yaralıydı. Ama kendinden çok askerlerini düşünüyordu. Onları korumak için canını siper etti.
Bu, sadece yiğitlik değildi. Bu, Vatana duyulan sönmez bir sevginin son çağrısıydı.
Biz ona “komutan” diyorduk. Ama içimizde o kardeşti.
Şimdi ise o, ŞEHİTLİK zirvesinde bir bayrak gibi durmadan dalgalanıyor
...

O, geri dönmeyi hiç düşünmeyenlerdendi…
(Binbaşı Serkan Güvel)

2012 Yılının yaz aylarıydı. Gökhan’ı aradım. “Ne var ne yok, ne yapıyorsun?” diye sordum.
“Çalışıyoruz” dedi. O dönemlerde Şemdinli olayları vardı. Ben de sanki diken üstünde oturmuş gibiydim, sürekli Gökhan’ı düşünüyordum.

Dedi ki, “Senin eski bölüğüne yardıma gelmişim.”
Şaşırdım. Bizim Bolu komando taburu oradaydı. O dönemlerde terör gruplarıyla çok zor anlar yaşanıyordu.

Dedim, “Gökhan gitme, biraz geri çekil.”
Kahraman arkadaşım düşmana karşı tek başına ileri atılıyor ve cesurca savaşıyor. Bir de bakıyor ki, çevresinde kimse yok. Teröristlerin içinde tek başına kalmış.

Bunları bana bizzat kendisi anlatmıştı. Hatta ben de sinirlenmiştim. “Gitme, senin geri dönmeni bekliyorum” demiştim.
O, geri dönmeyi hiç düşünmeyenlerdendi. Çünkü onun için, sonunu düşünen kahraman olamazdı.

Herkes onunla ilgili anılarını anlatıyor. Benimse anlatacak o kadar çok şeyim var ki…

Bana ondan geriye çocukluğumuzun izleri, birlikte oturduğumuz sıralar, paramızın olmadığı günlerde son kuruşumuzu bile birlikte harcadığımız o günlerin hatıraları kaldı…

Cesur, dürüst, kalbi nasılsa, sözü de oydu. Kimseden korkmazdı. Dövüleceğini bilse bile, yine de girilmesi gereken kavgalara girerdi.

Meslektaşım, sırdaşım, kardeşim Gökhan’ım.

İçinde fırtınalar kopan komutan…
(Binbaşı Cihan Ünal)

Gökhan’la ilk kez 14 yaşındayken tanıştım.
Çocuk yaşında evinden, ailesinden uzak düşmüştü. Omuzlarına büyük bir sorumluluk almıştı.
Askeri üniformayı ilk kez o zaman giymişti.

Gökhan sakin tabiatli bir insandı. Yüzünde her zaman derin bir sessizlik vardı. Halbuki içinde fırtınalar kopardı…
Ama bunu hiç kimseye hissettirmezdi.

Sesi yükselmezdi, ama varlığı başlı başına bir güçtü. Onunla bir arada olmak, kendini güvende hissetmek demekti.

Herkese şefkatli, anlayışlı, insani değerlerle yaşayan bir adamdı.
Hiç rol yapmadı kendisi oldu.
O, arkamızda bir dağdı…

Askeri üniforma onun için sadece giysi değildi…
(Binbaşı Serkan Polat)

Gökhan’ı ilk kez gördüğümde sadece 14 yaşındaydı.
O da ailesinden uzak düşmüştü, küçük bir çocuğun omzuna yüklenmiş büyük bir sorumluluğun içindeydi.

Üniformayı ilk kez o zaman giymişti; ama o üniforma, onun için gökyüzündeki bayrağa, devletine ve halkına verilen bir anttı.
Üniforma onun için sadece bir giysi değildi.
Üniforma silah arkadaşlarına sadakatinin, milletine sevgisinin, vatana borcunun simgesiydi.
Bu üniformayı son nefesine kadar çıkarmayacaktı.

Gökhan sakin bir adamdı. İçinde fırtına kopsa da, yüzünde sakin bir deniz vardı.
Hiç kimseye o çırpıntıları hissettirmezdi. İçindeki volkanları sessizlikle örterdi.
Ama bu sessiz adamın kalbi sevgi doluydu.

Herkese karşı şefkatli, anlayışlı; en zor anda dayanak olan, sarsılmaz bir güven timsaliydi.
Yanında olduğunda insanın içini rahatlık kaplardı. Çünkü Gökhan varsa, yalnız değilsin.
Onun varlığı güvenin, merhametin, sadakatin canlı, nefes alan tecessümüydü.

İnsanlar çok şey söyleyebilir, çok rol oynayabilir. Ama Gökhan olduğu gibiydi.
Ne içindeki hisleri gizleyerek sahte gülümserdi, ne de merhametini göstermekten çekinirdi.
O, sadece bir komutan değildi…

Seni hiç unutmayacağız, komutan…

(Gazi Jandarma Baş Çavuş Arif Büyükakçalı)

Bölük komutanım Jandarma Üsteğmen Gökhan Korkut’u hatırlayınca, gözümün önüne hep onun dimdik duruşu, bakışlarındaki kararlılık ve içimizi ısıtan samimiyeti geliyor.
O sadece bir komutan değildi; hem dayanağımız, hem yol arkadaşımızdı. Arkamızda durduğunda, sanki göğsümüzü dağlara yaslamışız gibi hissederdik.

Komutanım cesaretin canlı simgesiydi eğitimli, tetikte ve daima savaşa hazır.
Her görev öncesi bölgeyi detaylıca inceler, hiçbir detayı göz ardı etmezdi.
Onun yanında hem koruma altında hem de ruhen güçlüydük.

Gökhan’la çok operasyonlara katıldık. Her seferinde onun liderliğinde zafer kazanırdık.
Sadece 4 ayda yıllara eş değer kahramanlık sığdırdı. Askerleriyle birlikte her zaman ön cephede savaşırdı, arka planda durmazdı.

Zorlu dağlarda, geçilmesi güç bölgelerde, bazen gece gündüz aynı mevzide beklerdik. O, yorulmazdı, sanki bölgenin nefesini hissederdi.

Komutanım ŞEHİT arkadaşlarının yükünü de omzunda taşırdı.

Askerlerine baba, dost, kardeşti…
(Asker Ali Almacık)

2012 Yılında, Hakkari’nin sert ve soğuk kışında “EFELER” taburunda görev yapıyordum.
Orada tanıdım Üsteğmen Gökhan Korkut’u.

O sadece 3. bölüğün komutanı değildi -bizim hâlimize yanan, ruhumuza dayanak olan bir insandı.
Her defasında bölüğe gelir gelmez, önce hâlimizi hatırımızı samimi bir sesle sorardı:
“Ne sıkıntınız var? İşler nasıl gidiyor?”

Bu basit soru bize güven verirdi.
Biliyorduk ki, komutanımız bizi sadece görev için değil, insan olarak düşünüyor.

Bir gün odasına çay istedi. Sonra da “Nasılsın?” diye sordu.
– İyiyim komutanım, ama hava çok soğuk… – dedim.

Masasının çekmecesinden üç çift kalın çorap çıkardı, bana uzattı:
“Bunlar kaliteli, Ali. Nöbete giderken giy, ayakların üşümesin.”

Bu küçük jest, yıllar boyunca unutmadığım bir an oldu.

O, sadece bir subay değildi, askerlerine baba, dost, kardeş olan bir yürek sahibiydi.
Gökhan komutan, ŞEHİD olmuş arkadaşının bölüğünde görev yapmak için gönüllü tayin istedi.

Bu fedakarlığı onu gözümüzde bir dağa çevirdi.
O, vefasıyla sevildi, sadeliğiyle saygı kazandı, yiğitliğiyle hafızalarda kaldı.
Ruhun şad olsun, komutanım…

ÖZGEÇMİŞ

J.Ütğm.Gökhan Korkut 24 Temmuz 1985 tarihinde Antalya ili Korkuteli ilçesinde Veli ve Leyla oğlu olarak dünyaya geldi.

19 Eylül 2003’te Kara Harp Okuluna kabul edildi; 30 Ağustos 2007’de mezuniyetinin ardından J. Üsteğmen rütbesiyle Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev aldı.

Sırasıyla Jandarma Subay Temel kursu, Subay Komando kursu, Subay Savaş ve Beden Eğitimi kursu, Karakol Komutanlığı kursu, Temel Askeri Paraşüt kürsü, Dağ Komando İhtisas kursu ve İç Güvenlik Harekatında Planlama ve İcra kurslarını gördü.

Görev yaptığı süre boyunca Hatay Amanos dağlarında PKK/Konqra-Gel terör örgütüne karşı başarılı operasyonlar gerçekleştirdi.
18 Kasım 2012 tarihinde, Hakkari’nin Şemdinli ilçesi Tahtataş Tepe bölgesinde meydana gelen silahlı çatışmada kahramanca ŞEHİT oldu.